Quantcast
Channel: Üsküdar Üniversitesi
Viewing all 782 articles
Browse latest View live

Nükleer Teknoloji ve Radyasyon Güvenliği öğrencileri MOLTEK A.Ş.’yi ziyaret etti

$
0
0

Nükleer Teknoloji ve Radyasyon Güvenliği bölümünden 14 öğrencinin katıldığı teknik gezide ilk olarak radyasyondan korunma sorumlusu yüksek fizikçi Celal Ersoy tesis hakkında kısaca bilgi verdikten sonra “Temel Radyasyon Bilgilendirmesi ve Radyasyondan Korunma” başlıklı interaktif bir sunum gerçekleştirdi.

Gebze Teknoparkta ikram edilen öğle yemeğinin ardından Tesis Müdürü Fizik Mühendisi Serkan Kazan öğrencilerle bir araya gelerek şirketin kuruluşu ve radyoizotop üretimi hakkında bilgiler verdi.

2007 yılında gerekli yatırımları yaparak, 2009 yılında radyofarmasötik üretimi ile faaliyete başlayan kuruluş Gebze Organize Sanayi Bölgesi (GOSB) içerisinde bulunan Teknopark bölgesinde, 2 bin m2 kapalı alana sahip bir tesis olarak hizmet vermektedir. Ülkemizde CTD formatında ilk radyofarmasötik ürün üretme ruhsatı alan firma 2009 yılında tek parçacık hızlandırıcı ile üretim yaparken, 2014 yılında ikinci, 2015 yılında ise 3. parçacık hızlandırıcı cihazı devreye alarak, ülkemizde ve komşu ülkelerde nükleer tıp sektöründeki ihtiyacı karşılayacak kapasiteye ulaştığı bilgisini paylaştı.

Mühendislik Müdürü Volkan ÇAM ise Siklotron (Dairesel) Cihazı Temel Çalışma Prensibi ve Radyonüklid üretimi hakkında teknik bilgiler paylaşırken şu an aktif durumda olmayan 11 MeV’lik bir hızlandırıcıyı da öğrencilerimize tanıttı. Siklotron cihazı laboratuvarı ziyaretinin ardından son olarak üretim sorumlusu Kadir Ergin Siklotron ile Radyofarmasötik Üretimi ve burada üretilen radyofarmasötik ürün Florodeoksiglukoz (FDG) hakkında bilgiler verdi.

Teknik gezi boyunca Üsküdar Üniversitesi öğrencileri ve hocaları MOLTEK A.Ş’ nın tüm çalışanları tarafından güler yüz ve nezaketle karşılandı.

Ziyaret soru cevap kısmından sonra öğrencilere kurumun verdiği hediye takdimlerinin ardından sona erdi.


“Saklayacak Bir Şey Yok Projesi” ile Farkındalık Kazandırılması Hedefleniyor

$
0
0

“Halkla İlişkiler öğrencileri kadınların sorunlarına dikkat çekiyor”

Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü 4. Sınıf öğrencileri Senanur Kaymaz, Aslıhan Albayrak, Arifenur Okatın ve Elif Şahin,  Dr. Öğretim Üyesi Nejla Polat öncülüğünde “Saklayacak Bir Şey Yok” temalı sosyal sorumluluk projesi geliştirdi. Öğrenciler Üsküdar Üniversitesi Güney Yerleşke Fuaye alanında ziyarete açılan “Utanmadık Çizdik” sergisi ile regl tabularını yıkmayı hedefliyor. Sergi açılışına Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör’ün yanı sıra birçok akademisyen ve öğrenci katıldı.

“Proje kapsamında 26 kadına ulaşıldı”

Proje kapsamında, regl tabuları ve ekonomik nedenlerden kaynaklanan sağlık sorunlarına engel olmak amacıyla ihtiyaç sahibi olarak belirlenen Siirt'in Tüylüce köyünde yaşayan 26 kadına yıkanabilir ped ulaştırıldı ve kullanımı hakkında bilgilendirme yapıldı. Verilen eğitim ve pedler için teşekkürlerini ifade eden kadınların, proje kapsamında regl dönemlerini steril koşullarda geçirmeleri hedefleniyor.

Üsküdar, Alzheimer hastası yakınlarını yalnız bırakmıyor

$
0
0

Hasta yakınlarına Alzheimer Hastalığı üzerine psikoeğitimin verildiği etkinlikte, bakım verenlerin yaşadıkları zorluklar ve evreler bazında süreçlerin nasıl karşılanabileceği de konuşuldu.

Aynı zamanda deneyimlerin paylaşıldığı toplantıda alzheimer hastalığında gerçek karar vericilerin hasta yakınlarının olduğuna dikkat çeken Öğr. Gör. İdil Arasan Doğan; “Hasta ile olan iletişim ve bu bağlamda kurulan ilişkinin hastalık sürecinin nasıl yaşanacağını belirliyor.” ifadelerini kullandı.

Doğan, “Hasta yakınları ‘Biz tükeniyoruz’ diye kendilerini ifade ettikleri etkinlikten ‘Yalnız değiliz, bizleri de anlayan birileri var’ diyerek ayrıldıklarına dikkat çekerken toplantı, bu gibi etkinliklerin sürdürülmesi dileği ve iyi niyet temennilerle sonlandırıldı.

Endüstri ve Liderlik Günlerinin 6.’sı düzenlendi

$
0
0


İki gün süren etkinliğin birinci gün konukları, Memorıal Ceo’su Uğur Genç, Turkısh Aerospace Manager Dr. Caner Şentürk, Resenco Enerjı Ceo’su Başar Beyazoğlu ve Braın Group Founder Emir Kosif oldu.

Prof. Dr. Mehmet Savsar: “Endüstri Mühendisliği sistemlere çözüm getiren mühendisliktir”

Endüstri Mühendisliği’nin öneminden söz eden Prof. Dr. Mehmet Savsar; Endüstri Mühendisliği’nin önemi gün geçtikçe artmakta. Gerek endüstri ve gerek hizmet sektöründe büyük katkılar sağladığı anlaşılmaktadır. Endüstri Mühendisliği sistemlere çözüm getiren mühendisliktir. Her yerde bir sistem vardır; her yerde Endüstri Mühendisliği’ne ihtiyaç vardır. Üsküdar Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümü olarak çok iddialıyız ve Türkiye’de ilk 5’e girmek içi gayret sarf etmekteyiz.” şeklinde konuştu.

Uğur Genç: “Nasıl hissettiğimiz kalbimizin bir köşesinde kalıyor”

Bir işi yapmak için onu gönülden hissetmemizin önemli olduğuna dikkat çeken Memorıal Ceo Uğur Genç; “Sağlık işi gönülden yapılması gereken bir iş. Çünkü insanlığın en zor anlarında en zor anlarında veya en mutlu anlarında yanlarında oluyoruz sonuçta. Bir hastaya altı ay ömrünüz kaldı demek çok üzücü. Çok farklı insanların yanında olup onlara destek veriyoruz. Onun için yürekten yapılması gereken bir iş. İnsanlar söylediğinizi, yaptığınızı unutuyorlar ama onlara nasıl hissettirdiğinizi unutmuyorlar. Bu üniversitede de normal hayatımızda da geçerli. Nasıl hissettiğimiz kalbimizin bir köşesinde kalıyor. Her geçen gün daha iyisini yapmalıyız.” dedi.

Dr. Caner Şentürk: “İnsanlar iyilik yaptıkça kendilerini daha mutlu hissediyorlar”

Öğrencilerine önerilerde bulunan Turkısh Aerospace Manager Dr. Caner Şentürk; “ ‘Mutluluğun tanımını yapmanız gerekirse bir insanı hangi faktörler mutlu eder?’ şeklinde psikologlara sormuşlar. Bütün psikologların üzerinde en çok birleştiği 3 ana madde ortaya çıkmış. Birinci madde, insanların birtakım sahip olduğu şeylerle yetinebilmeleri. Yani buna biz şükretmek diyoruz. İkinci madde, iyilik yapmaktır. İnsanlar iyilik yaptıkça kendilerini daha mutlu hissediyorlar. Üçüncüsü ise, sevdiğin işi yapmaktır. İnsan hayatında mutlu olabilmenin en önemli unsurların bir tanesi sevdiğin işi yapmak ve yaptığın işi sevip daha da yetkin kişi olmaktır.” ifadelerini kullandı.

Başar Beyazoğlu: “Girişimci olunmuyor, girişimci doğuluyor”

Girişimcilik insanın fıtratında oluyor diyen Resenco Enerjı Ceo Başar Beyazoğlu; “Girişimci olunmuyor, girişimci doğuluyor. Denizciyim ama şu anda enerji sektöründe faaliyet gösteriyorum. Herkes şu an sürdürülebilirlikten bahsederken ben beş sene sonrasını öngörmeye çalışan bir girişimciyim ve ben döngüsel ekonominin geleceğin döngüsü, geleceğin konusu olduğunu düşünüyorum.” sözlerine değindi.

Emir Kosif: “Çok çalışmak değil, iyi çalışmak önemli”

Satış ve pazarlama odaklı önerilerde bulunan Brain Group Founder Emir Kosif; “Hayatında bir tane limon satmamış akademisyenlerden satış yapmayı öğreniyoruz. Sonra üniversiteden mezun olduğumuzda gerçek bir satış sürecine girdiğimizde satışın böyle bir şey olmadığını görüyoruz. Çünkü bize kitaplardan okuttukları ve hiç deneyimlemedikleri şeylerden satış anlatıyorlar. Her gün çevremizdeki insanlara kendimizi satıyoruz. En iyi halimizi göstermeye çalışıp onları manipüle edip istediklerimizi elde etmeye çalışıyoruz. Bireysel markanıza yatırım yapın. İnsan biriktirin. Çok çalışmak değil, iyi çalışmak önemli” diyerek “Pazarlamayı doğru kullanın. Yaptığınız işlerin altını süsleyin. Kendinizi doğru satın” şeklinde önerilerde bulundu.

Etkinlik sonunda konuşmacılara katılımlarından dolayı plaket takdim edildi.

Programın ikinci gününde ise Balparmak Ceo’su Onur Özyurt, Sneaks Up Ceo’su Mustafa Ünal, Kraker Studıo Co- FOUNDER Cem Tütüncüoğlu ve Lego Head Of Manufacturıng Ceo'su Tuna Canatar öğrencilerle buluştu.

Lise öğrencileri, sosyal medya bağımlılığına sahip

$
0
0

Yalnızlık arttıkça sosyal medya bağımlılığı artıyor

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Üst Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan başkanlığında, Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal koordinatörlüğünde yürütülen ‘Değişim Benden Başlar Sosyal Medya Farkındalığı’ Projesi ekibinde Üsküdar Üniversitesinden Çocuk Ergen Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Çiğdem Yektaş, Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi İbrahim Şahbaz, Üsküdar İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü Fehmi Gür, Üsküdar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden Betül Belkıs Okutan ve Üsküdar Kaymakamlığı Proje Uzmanı Hüseyin Karaman yer aldı.

Araştırmada Üsküdar’da yer alan çeşitli türdeki liselerden seçilen 8 uygulama okulundaki 1453 öğrenciye 22 Aralık 2021 ile 15 Haziran 2022 tarihleri arasında 6 ay boyunca sosyal medya okuryazarlığı eğitimi verildi. Üsküdar Üniversitesi Senato Salonu’nda gerçekleştirilen projenin kapanış töreninde projenin paydaşlarıyla projenin çıktıları ele alındı.

Aydın: “İsmiyle müsemma bir proje” 

Üsküdar İlçe Milli Eğitim Müdürü Sinan Aydın, Üsküdar Üniversitesi ile gerçekleştirilen bu çalışmanın çok verimli olduğunu ve önemli sonuçlar elde edildiğini vurgulayarak “İbn Rüşd, ‘Yumurta dıştan bir mukavemetle kırılırsa hayat son bulur, içten bir mukavemetle kırılırsa hayat başlar’ diyor. Değişim Benden Başlar projesinin adı bana bu sözü anımsatıyor. Hakikaten buna çok ihtiyaç var. Proje de ismiyle müsemma, içerisi dolu bir proje oldu. Keyifli ve güzel bir çalışma oldu. Sonuçları da bizim için çok kıymetli. İnşallah sonuçlarıyla ilgili de ne yapabiliriz diye kafa yoracağız. Emeği geçen herkese teşekkür ederim.” dedi.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Araştırma Türk gençlerinin bakış açısını yansıtıyor”

Değişim Benden Başlar Projesi kapsamında Üsküdar’da 1453 öğrenciye ulaşıldığını ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Aslında bu araştırmadan hareketle bütün Türkiye için bir bakış açısı çıkarabiliriz. Manchester Üniversitesi’nin yalnızlık üzerine yaptığı bir çalışma vardı. O çalışmada yer alan 16-24 yaşlarındaki gençte ‘Kendimi çok yalnız hissediyorum’ deme oranı yüzde 40’tı.  Tüm dünyada 50 bin civarında gencin katıldığı bir araştırmaydı. Türkiye’nin de dünyadaki rakamları yakaladığını söyleyebiliriz. Gençlerin ‘Kendimi bazen çok yalnız hissediyorum’ deme oranı yüzde 42, ‘Her gün yalnız hissediyorum’ deme oranı ise yüzde 15 olarak tespit edildi. Sık sık, hiçbir zaman, her gün ve bazen diyenlerin toplamı da yüzde 80’i buluyor.” dedi.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Kültürümüze rağmen gençler kendini yalnız hissediyor”

Bizim kültürümüzün yalnızlığı teşvik etmeyen bir kültür olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Buna rağmen gençlerin yalnızlık hissetmesi küresel faktörlerden İngiltere’deki gençlere kıyasla daha çok etkilendiğini gösteriyor. Kimlik dediğimiz zaman kültürel kimlik var, aileden alınan çevresel kimlik ve cinsel kimlik var. Kimlik oluşumunda ailenin yerini sosyal medya almış. Araştırma sonuçları da gösteriyor ki sosyal medyada 7 saatin üzerinde zaman geçiren, bağımlı olarak değerlendirilen ve yalnız hisseden gençlerin oranı oldukça yüksek. Öyle ki yalnızlık yükselince bağımlılık da yükseliyor.” diye konuştu.  

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Sosyal medya ve internet evimizin açık kapısıdır”

Gençlerin sosyal medyayı sosyalleşme aracı olarak gördüklerinin altını çizen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Aslında sosyal medya, sanal medya olarak adlandırılmalı. Sosyal medya olarak ifade ediliyor ama vakit geçirenler hiç sosyal değil. Sosyal medya adı altında biz kendimizi kandırıyoruz. Kişi en güvenilmeyecek kişileri evin güvenli ortamına davet ediyor. Bunun için sosyal medyayı ve interneti evin açık kapısı olarak tanımlıyoruz. Ev güvenli sanıyoruz fakat evin açık kapısı var, o kapıdan farkında olmadan çocuğumuzun odasına birçok bilgi giriyor. Bunu da bilmek gerekiyor.” ifadelerini kullandı.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Gelecekte Türkiye’yi Hollywood kimlikli gençler yönetecek”

Araştırma sonuçlarına bakıldığında kız öğrencilerinde bağımlılık çıkmasında kültürel bir bağlantı olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kızların sosyal medyayı tercih etmesinin nedeni çekici geliyor olmasıdır. Çünkü kız çocukları toplumda fazla kısıtlanıyor. Onlar da sosyal medya aracılığı ile bir anlamda by-pass oluşturuyor. Erkek çocukları dışarıda daha rahat zaman geçirebiliyor. Tiktok gibi küresel projeler var. Örneğin Güney Kore’de kız çocukları bu projelerin en çok kurbanı olanlardır. O platformdaki rol modellere aşık olarak onları takdir etmeye çalışıyorlar. Kimlik gelişiminde eğer böyle gidersek 30 yıl sonra küresel kimliğin çocuklarına sahip olacağız. Yani kendi milli kimliğimiz değişmiş olacak. 20-30 yıl sonra Hollywood kimlikli gençler Türkiye’yi yönetecek. Anne ve babaların bunu bilmesi gerekiyor.” diye konuştu.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Bağımlılıkta ev ortamı ve aile ilişkisi önemli kriter”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, meslek profesyoneli olarak çocukların daha 0-6 yaş arasında dijital okuryazarlığı öğrenmelerini uygun gördüklerini söyledi ve sözlerine şöyle devam etti:

“Prensip olarak 0-3 yaş arasında çocuklara tek başınayken tablet ya da akıllı telefon verilmemesi söyleniyor. Ebeveyn gözetiminde çocuğun dijital okuryazar olması gerekiyor ama erken ergenlik dönemine kadar tek başınayken eline tablet ya da akıllı telefon vermek onu sokakta tek başına bırakmaktan farklı değil. Eğer ebeveynler çocukları ile konuşabiliyorsa, birlikte zaman geçirme oranı fazla ise çocukta risk azalıyor. Anne ve babası ile zaman geçirme oranı yüksek ve ev ortamı sıcak olan sosyal medya bağımlılık oranı düşük çıkıyor. Çocuk evi seviyorsa sosyal medya ve internet ile biraz ilgilenip kenara bırakıyor ve günlük yaşamına devam ediyor. Eğer sevmiyorsa stres azaltma tekniği olarak kullanıyor ve böyle olunca da sahte bir rahatlama oluyor, kendilerini kaptırıyorlar. Ev ortamı iyiyse çocuk sosyal medyanın tutsağı olmuyor. Ebeveynlerin evi nasıl sıcak ve cazip bir ortam haline getireceklerine odaklanmaları gerekiyor. Ergenleri karşımıza alıp düzeltmek için uğraşmayı değil onunla birlikte yürümeyi tavsiye ediyoruz. Aileler çocuklarının yol arkadaşı olabilir.”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Çocuğa örnek olmak ve buyurgan yaklaşmamak gerekiyor”

Bu yaş kuşağının buyurgan ebeveynlik tarzını reddettiğine dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Buyurgan tarzı olan anne ve babaların çocukları sosyal medyaya daha çok yöneliyor, kendilerini güvende hissediyorlar. Erken ergenlik dönemine kadar çocuklar ebeveynlere muhtaç oldukları için dinleme potansiyelleri daha çok oluyor. Ancak ergenlikle birlikte artık arkadaşlar ebeveynlerden daha önemli hale geliyor, etki – tepkiye daha açık oluyorlar. Aileden kopması çocuğun biyolojik doğasının bir parçasıdır. Bireselleşmesi lazım. Evdeki ortam güzelse ve severek eve geliyorsa ailenin kurallarını bozmaktan kaçınıyorlar. Çocuğu yetiştirirken hayalleri ve kuralları olan bir aile ortamı kurulmalı. Böyle yapılabilirse çocuk evdeki kurallara uyuyor. Anne ve babaların eve geldiklerinde hemen bilgisayarı açıp öyle vakit geçiriyorsa çocuğa verdikleri nasihatlerin hiçbir anlamı kalmıyor. Örnek olmak ve buyurgan yaklaşmamak çok önemli.” dedi.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Ebeveynler çocuklarıyla daha çok ilgilenmeli”

Bağımlı çocukların genelde anne ve babası ile konuşamadıklarını ifade ettiklerini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sözlerini şöyle tamamladı: “Böyle olunca da streslerini sosyal medyada çözmeye çalışan gençler oluyorlar. Araştırma sonuçları gösteriyor ki yüzde 51’inde uyku bozukluğu gelişiyor. Bu çok ciddi bir oran. Bu durum Google’ın ‘En büyük rakibimiz uyku’ sloganını hatırlatıyor bana. Oranlara bakılınca aslında başarılı olduklarını yani gençlerin uykusunu bozduklarını söyleyebiliriz. Göz kuruluğu oranı da yüzde 42 olarak tespit edildi. Bu veri de maruziyetin yüksek olduğunu ve bu yaş grubunda göz hastalıklarındaki artışın şaşırtıcı olmayacağını da gösteriyor. Araştırma sonuçları, gençlerin ebeveynlere değil sosyal medyaya baktığını ortaya koydu. O halde ebeveynlerin çocuklarla daha çok ilgilenmeleri gerekiyor. 50 yıl önce anne ve babalar çocukları ile yarım saat vakit geçiriyorsa bu zamanda 1 saat geçirse de daha kaliteli geçirecek. Vakit ayırılamayacaksa çocuk dünyaya getirilmemeli. Çocuklarımız yoksa popüler kültürün çocuğu olur.”

Üsküdar’da 1453 lise öğrencisinin sosyal medya bağımlılığı araştırıldı

Proje kapsamında lise öğrencilerinin katıldığı araştırma ise çarpıcı sonuçlarıyla dikkat çekti. Araştırmaya katılan 1453 lise öğrencisine sosyal medya bağımlılığı ölçeği ile birlikte ekran kullanımı, sosyal medya kullanım tercihleri ve baş ağrısı, uyku bozukluğu gibi birtakım semptomlarla ne sıklıkta karşılaştıkları soruldu. Yaş aralıkları 14 ile 18 arasında değişen katılımcıların yaş ortalaması 15,5 iken; %55,7’si kadın (809 kişi), %44,3’ü erkek (644 kişi). Katılımcıların %7’si Hazırlık Sınıfı; %28,8’i 1. Sınıf, %30,1’i 2. Sınıf, %26,2’si 3. Sınıf, %7,9’u 4. Sınıf öğrencisi olduğu belirtildi.

Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal: “Kızların ağırlıklı olduğu okulların bağımlılık puanları yüksek”

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi ve Sosyal Medya Uzmanı Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal, araştırmanın çarpıcı sonuçlarına ilişkin bilgi verdi.

Yapılan çalışmada sosyal medya bağımlılığının mahalleden mahalleye bile değişiklik gösterdiğinin ortaya çıktığını kaydeden Ünal, “Araştırmada İstanbul Üsküdar’da okuldan okula değişiklik gösteren bir sosyal medya bağımlılığının varlığı ortaya çıktı. Kız öğrencilerin sosyal medyayı daha fazla kullanması, duygusal destek amaçlı kullanım ile birlikte ortaya çıktı ve kızların ağırlıklı olduğu liselerimizde sosyal medya bağımlılığı puanları yüksek bulundu. Bu da çalışmaların öncelikle kızların ağırlıklı liselerde yapılabileceğini işaret ediyor.” dedi.

Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal: “Liseliler zihinsel meşguliyet yaratan bir sosyal medya bağımlılığına sahip”

Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal’ın verdiği bilgiye göre, kız öğrencilerin bağımlılık puanları daha yüksek çıktı. Doç. Dr. Ünal, “Lise öğrencilerinin zihinsel meşguliyet yaratan bir sosyal medya bağımlılığı söz konusu. Sosyal medyada neler olup bittiği hakkında tekrarlayan düşünceler, kullanım artışını beraberinde getiriyor. Sosyal medya kullanım motivasyonları araştırmada da görüldüğü gibi duygusal destek almak ve sosyalleşme ihtiyaçlarıdır. Sosyalleşmek amacıyla kendilerini daha rahat ifade ettikleri sosyal medya mecralarını tercih ediyorlar.” dedi.

Liseye yeni başlayan öğrencilerin bağımlılığı daha yüksek

Lise 1. Sınıfa devam eden öğrencilerin üçüncü sınıfa devam eden öğrencilere göre sosyal medya bağımlılığının farklılaştığını kaydeden Ünal, “Buna göre; genel sosyal medya bağımlılığı ile birlikte meşguliyet ve duygu durum düzenleme boyutlarında lise 1 öğrencilerinin sosyal medya bağımlılığı yüksek bulunmuştur. Sosyal medya zihinsel meşguliyet yaratmakta, duygusal destek alma yüksek seviyede olmaktadır.” dedi.

Lise öğrencileri en çok Instagram kullanıyor

Araştırmaya göre lise öğrencileri en çok %58,8 oranla Instagram kullanıyor. Bunu %25,9’la Youtube izliyor. Tiktok uygulaması ise %7,6 oranla üçüncü sırada yer alıyor. Twitter uygulaması ise %3’lük oranla dördüncü sırada yer aldı. Lise öğrencileri en çok video ve müzik içeriklerini, tekli ve çoklu fotoğraf çektirmeyi ve spor haberlerini severek takip ettiklerini söyledi. Gençler sosyal medyada laf sokan sözler, politika ve ilanlardan da hoşlanmadıklarını belirtti.

Sosyal medya kullanım süresi arttıkça bağımlılık artıyor

Araştırmada liseli gençlerin günlük sosyal medya kullanım saatleri de ortaya çıktı. Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal, günde 1-3 saat arasında kullananların oranlarının % 50,7 ile ilk sırada yer aldıklarını söyledi. Günde 4-6 saat geçirenlerin oranı %33 ile ikinci sırada yer alırken; 7 saatten fazla sosyal medyada zaman geçirenlerin oranı %7,6 oldu. Doç. Dr. Ünal, “Sosyal medya kullanım süresi 7 saatten fazla olan grubun daha az süre kullananlara göre bağımlılığı daha yüksek bulunmuştur. Yine 4-6 saat sosyal medya kullanan lise öğrencilerinin daha az saat kullananlara göre sosyal medya bağımlılığı daha yüksek bulunmuştur. Böylece, sosyal medya kullanım süresi arttıkça sosyal medya bağımlılığı artmıştır. Günde 7 saatten fazla sosyal medya kullanan 110 lise öğrencisinin sosyal medya bağımlılığı puanı en yüksek bulunmuştur (120 puan) ve orta seviyede bağımlı oldukları ortaya çıkmıştır.” dedi.

“Beğeneni beğenme” sosyal medya bağımlılığını yükseltiyor

Araştırmada sosyal medya beğenilerinde nasıl bir tutum incelendiği soruldu. Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal, “Kişiye göre beğeni yapma, “Beni Beğeneni Ben de Beğenirim” tutumunda olan lise öğrencilerinin diğer içeriğe göre bakıp, okuyup beğeni yapanlara göre sosyal medya bağımlılığı yüksek bulunmuştur. Zihinsel meşguliyet ve duygusal bağımlılık da beğeneni beğenme tutumuyla yükselmiştir. ‘Sadece göz atarım, beğeni koymam’ diyenlerin sosyal medya bağımlılığı en düşük bulunmuştur. Böylece, beğeni koyma ve beğeneni beğenme (Like’a Like / Beğen’e Beğen) davranışında bulunma sosyal medya bağımlılığını arttırmaktadır.” dedi.

1 saat içinde 30-40 kere bakanların bağımlılığı en yüksek çıktı

Araştırma sonuçlarına göre, telefon, mobil cihazlar ya da bilgisayar ekranına 1 saat içinde 30-40 defa bakan lise öğrencilerinin sosyal medya bağımlılığı en yüksek bulundu. Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal, “1 saat içinde dijital ekranlara 20-30 defa bakan lise öğrencilerinin sosyal medya bağımlılığı da yüksek bulunmuştur. Buna göre, telefon, mobil cihazlar ya da bilgisayar ekranına 1 saat içinde bakma sıklığı arttıkça sosyal medya bağımlılığının arttığı görülmüştür. En düşük puanı 5-10 defa bakanlar almıştır.” dedi.

Uyku düzeni bozukluğu sıklığı arttıkça sosyal medya bağımlılığı artıyor

Uyku düzeni bozukluğu sıklığı arttıkça sosyal medya bağımlılığı puanlarının attığı araştırma sonuçlarına göre, sık sık, çok sık ve her gün uyku bozukluğunun olduğunu ifade eden lise öğrencilerinin sosyal medya bağımlılığı puanı anlamlı olarak farklılaşmakta olup bağımlılıkları arttı. Doç. Dr. Ünal, “Uyku düzeni bozukluğu her gün olanların bağımlılık puanı en yüksek (113,6 puan), Hiçbir Zaman diyenlerin en düşüktür (76,4 puan).  Bununla birlikte; çok sık diyenlerin puanı 107, Sık Sık diyenlerin puanı 99, Bazen diyenlerin puanı 87,9’dur. Uyku düzeni bozukluğu sık olanların sosyal medya sosyal medya meşguliyeti yüksek, duygu durum düzenleme bağımlılığı yüksektir. Artan dozda sosyal medya kullanımı ile birlikte çatışma davranışlarının da yüksek olduğu ortaya çıkmıştır.” dedi.

Bağımlılık arttıkça baş ağrısı da artıyor

Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal, “14-18 yaş aralığındaki 1453 lise öğrencisi ile yürütülen araştırmada, sosyal medya bağımlılığı arttıkça baş ağrısı da artıyor. Buna göre; her gün (111 puan), çok sık (103 puan), sık sık (101 puan) başı ağrıyanların sosyal medya bağımlılığı puanları anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. Baş ağrısı olmayan grubun sosyal medya bağımlılığı puanı en düşük bulunmuştur (77,7 puan). Araştırmada, Üsküdar’daki lise öğrencilerinin baş ağrısı sıklığı arttıkça sosyal medya bağımlılığı artmıştır. Sosyal medya kullanımındaki artışın baş ağrısını arttırdığı sonucuna varılmıştır. Sosyal medyada sürekli bulunma isteği, bulunmadığında orada neler olup bittiğini düşünme, sosyal medyadan duygusal destek alma ve artan dozda tekrarlayan kullanım alışkanlığı ile birlikte yapılacak işlerin ertelenmesi, baş ağrısını da beraberinde getiriyor.” dedi.

Yalnızlık arttıkça sosyal medya bağımlılığı artıyor

Araştırmada 1453 lise öğrencisine ne sıklıkta yalnız hissettikleri de soruldu. Devamlı yalnız hissedenlerin (112 puan), çok sık yalnız hissedenlerin (100 puan) ve sık sık yalnız hissedenlerin (95,8 puan) sosyal medya bağımlılığı yüksek bulundu. Doç. Dr. Ünal, “Yalnız hissetme sıklığı arttıkça sosyal medya bağımlılığı artmıştır. Bazen yalnız hissedenler (89,4 puan) yine Hiçbir Zaman (76,2 puan) diyenlerden daha bağımlı bulunmuştur. Yalnızlık arttıkça sosyal medya meşguliyeti artmıştır. Sosyal medyada sıklıkla vakit geçirme ve sosyal medyanın zihinsel meşguliyet yaratması, yani kullanılmadığında da orada neler olup bittiği hakkında sıklıkla tekrarlayan düşünceler artmaktadır. Sosyal medyadan duygusal destek alma yalnızlık sıklığıyla birlikte artmaktadır. Yalnızlık arttıkça gerçek yaşamdaki problemlerden kaçmak, kendini sosyal medyada daha iyi hissetmek ve bu amaçla artan dozda sosyal medyayı kullanma davranışı artıyor.  Artan yalnız hissetme sıklığı ile birlikte; sosyalleşmek amacıyla sosyal medya kullanımı, yüz yüze yerine çevrimiçi arkadaşlıkların tercih edilmesi, yapılacak işlerin ertelenmesi ve gerçek yaşamdaki kişilerle ve işlerle çatışma yaşanması gibi olumsuz sonuçlar da artmaktadır.” değerlendirmesinde bulundu.

Göz derecesi artanların sosyal medya bağımlılığı yüksek

 Araştırmada sosyal medya bağımlılığı ile göz bozuklukları arasındaki bağlantı da incelendi. Göz bozukluğu olup son muayenede gözlük numarası artanların sosyal medya bağımlılığı en yüksek bulundu. “Son muayenede azaldı, değişmedi” ya da “Gözlük kullanmıyorum” diyenlere göre gözlük numarası artanların sosyal medya bağımlılığı anlamlı olarak yüksek bulundu. Meşguliyet bağımlılığı da gözlük numarası artanlarda yüksek bulundu. Gözlük numarası son muayenede artanların sosyal medyayı daha fazla düşündükleri, sosyal medyaya dair zihinsel meşguliyetlerinin daha yüksek olduğu ortaya çıktı.

Bağımlılık arttıkça göz kuruluğu da artıyor

Göz kuruluğu şikâyeti sıklığı arttıkça sosyal medya bağımlılığı puanlarının da arttığı araştırma sonuçlarına göre, sosyal medya meşguliyeti arttıkça göz kuruluğu şikâyeti sıklığının arttığı bulundu. Aynı şekilde, sosyal medyaya duygusal olarak bağımlığı olanların göz kuruluğu şikâyeti arttı. Diğer tekrarlama ve çatışma boyutlarındaki sosyal medya bağımlılığı puanlarının artmasıyla göz kuruluğu şikayet sıklığı arttı. Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal, “Böylece, göz kuruluğu sıklığı ile birlikte artan dozda sosyal medya kullanımının devam ettiği görülmektedir. Bu da göz kuruluğuna rağmen sosyal medya kullanım isteğinin azalmadığını göstermiştir.” dedi.

Doç. Dr. Çiğdem Yektaş: “Artık gençler kimliklerinin önemli bir parçasını sosyal medyadan ödünç alıyor”

Proje yürütücülerinden olan Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Çiğdem Yektaş ise ergenlik döneminin yetişkin yaşamda sahip olacağımız rol ve değerlerimizi belirleyecek olan kimlik gelişiminin kritik bir evresi olduğunu vurgulayarak “Bu dönemde neye bağlanırsak, neyi model alırsak ve neyle uğraş içinde olursak ona evriliriz.  Sağlıklı gelişecek bir kimlik duygusu için sağlıklı ve değerlerle uygun özdeşim modelleri şarttır. Sağlıklı kimlik geliştirebilmek aynı zamanda duygusal ve davranışsal özerkliği de yani kişinin davranış ve duyguları üzerinde tam bir kontrolü getirir ki bu da yetişkin yaşamda stresle baş etme gücü, ev, iş ve kişilerarası ilişkilerde doyum ve psikiyatrik hastalıkların görülme sıklığının azalması anlamına gelir. Araştırmamızın sonuçlarında görüyoruz ki artık gençler kimliklerinin önemli bir parçasını sosyal medyadan ödünç almaktalar.” dedi.

Doç. Dr. Çiğdem Yektaş, “Biz bu nedenle gençleri sosyal medya uğraşlarından sadece süre değil içerik olarak da haberdar olmalı, gerektiğinde onların meraklarını ve sorularını dinleyebilmeli ve çocukluktan itibaren sağlıklı sınırlar koymalıyız. Sosyal medyanın sağlıklı kullanımının ergenler için bir kimlik deneme aracı olabileceği gibi uygunsuz ve yoğun kullanımlarının bir kimlik krizine işaret ediyor olabileceği unutulmamalıdır.” dedi. Yektaş, çocuklar için sağlıklı sosyal alanların da oluşturulmasının önemine vurgu yaptı.

Dr. İbrahim Şahbaz: “Refraksiyon kusuru olarak miyopide artış görülmektedir.”

Proje yürütücülerinden bir diğer isim olan Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi İbrahim Şahbaz da araştırma sonuçlarının sosyal medya bağımlılığı ile göz bozuklukları arasındaki ilişkiyi ortaya koydu. Neredeyse doğumdan itibaren çocukların eline tablet, telefon gibi akıllı cihazların verildiğini vurgulayan Şahbaz, göz gelişiminin doğum ile başlayıp yaklaşık 12 yaşına kadar devam ettiğini kaydetti. Şahbaz, “Bu dönemde genetik faktörler başta olmak üzere, dış etkenler de göz sağlığını ve görmenin gelişimini etkilemektedir. Refraksiyon kusuru olarak miyopi toplumda en sık görülen bozukluktur. Miyopinin ilerlemesinde de özellikle çok yakın çalışmanın neden olduğu aşırı akomodasyon denilen gözün uyum durumunun devamında bu artış da önemli rol oynamaktadır. Yaptığımız çalışma sonuçları da bu durumu açık olarak göstermektedir. Ayrıca çocuklarda aşırı dikkat ve odaklanma sonucunda göz kırpma sayısı da çok azalmaktadır. Normalde dakikada ortalama 20 kez olan bu sayı ciddi olarak azalmakta bu da ciddi göz kurluklarına sebep olmaktadır. Kuruluk ile beraber göz kırpmaları ve tikler, alerjik sorunlar, kızarıklıklar ile beraber görme bulanıklıkları da görülmektedir.” uyarısında bulundu.

Dr. Öğretim Üyesi İbrahim Şahbaz, “Çalışmamızda da göz bozukluğu olup son muayenede gözlük numarası artanların sosyal medya bağımlılığı en yüksek bulunmuştur. Elektronik cihazların sürekli kullanımı, eğitim, öğrenme ve yeterlilik becerileri üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir. Ekranlı araçlar ile geçirilen süre, içeriği, gece kullanımı, dijital cihaz sayısı sebebi ile göz sağlığı sorunları, ortopedik problemler, daha yüksek yağlanma riski arasında bir ilişki, beslenme sorunları, depresyon belirtileri, çocuklar ve ergenler arasında daha düşük kalitede yaşam tarzı nedenidir. Ekran kullanımında bakış pozisyonu, oturma açıları, cihazların uygun yerleşimi ve ortam aydınlatılması önemli parametrelerdir. Ekran kullanımında süre ve mesafeleri 20/20/20 kuralı olarak, 20 dakikada bir, 20 saniye 6 metre ve ötesine bakmak olarak tavsiye ediyoruz.” diye konuştu.

Dr. Şahbaz: “Bağımlılık beşikte başlıyor…”

Klinikte pusetinde, elinde cep telefonu ve ya tabletli çocuk görmeye başladıklarını vurgulayan Şahbaz, bağımlılığın artık beşikte başladığını kaydetti.

Program, proje yürütücülerine plaket, destekleyenlere teşekkür belgesi verilmesinin ardından fotoğraf çekilmesi sona erdi.

Üsküdar Üniversitesi ve TÜBİTAK iş birliği ile eğitim düzenlendi

$
0
0

Katılımcılara TÜBİTAK’a sunulan projelerin kabul şartları hakkında bilgi veren Selek, onay başvuru süreçleri ile ilgili de paylaşımlarda bulundu.

Konferansa Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Muhsin Konuk, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Osman Çerezci, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör, Üsküdar Üniversitesi Ar-Ge ve Yenilik Politikaları Direktörü Meltem Bayraktar ile Kurumsal İletişim Daire Başkanı Tahsin Aksu katılım sağladı.

Ayhan Songar Konferans Salonu’nda düzenlenen programa akademisyen ve öğrenciler yoğun ilgi gösterdi.

Eğitimin sonunda Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Muhsin Konuk tarafından, Dr. Hasan Selçuk Selek’e plaket takdim edildi.

TÜBİTAK TEYDEB Başkan Yardımcısı Dr. Hasan Selçuk Selek, Prof. Dr. Tarhan’ı ziyaret etti

$
0
0

Görüşmede, TEYDEB’in teknoloji geliştirmek ve yenilikleri desteklemek amacıyla Üsküdar Üniversitesi başta olmak üzere birçok alanda düzenlediği programların yanı sıra Ar-Ge kültürünün yaygınlaşması hakkında fikir alışverişlerinde bulunuldu.

Ziyarette Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Osman Çerezci, Üsküdar Üniversitesi Ar-Ge ve Yenilik Politikaları Direktörü Meltem Bayraktar ve Kurumsal İletişim Daire Başkanı Tahsin Aksu da katılım sağladı.

Ziyaret sonrası Prof. Dr. Tarhan tarafından, Selek’e kitap seti hediye edildi.

7. Uluslararası Sağlık Bilimleri ve Yönetimi Kongresi, “Dijital Sağlık, Kişiselleştirilmiş Tıp” ana temasıyla başladı…

$
0
0

Prof. Dr. Kemal Memişoğlu: “Türkiye dijital sağlık çalışmaları ile dünyaya örnek oldu”

İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, açılış konuşmasında Türkiye’de sağlık hizmetlerinin özellikle son 20 yıldaki gelişimi ve hazırlığının Covid pandemisinde meyvesini verdiğini vurgulayarak “Sağlıktaki gelişimin büyük emektarları var. Kimsenin ve hiçbir toplumun bir şeye hazırlıklı olmadan, bir şeye çalışmadan başarma şansı bulunmuyor. Önce bunu bilmemiz lazım. Bugün Covid pandemisinde sağlık sistemimiz dünyaya örnek olmuşsa bu uzun süreçli bir çabanın ve birçok emeğin karşılığıdır. Bugünden yarına olan bir şey değil. Dijital sağlık dediğimizde Türkiye çok iyi çalışmalarla dünyaya örnek olmuş sistemini hayata geçirmiş oldu. Bugün 85 milyon nüfuslu ülkede, 17 milyonluk şehirde herhangi bir sağlık hizmetini ve verisini yönetebiliyorsak bu büyük çabaların sonucudur.” dedi.

Prof. Dr. Kemal Memişoğlu: “Türkiye sağlık turizminde başarısını ispatladı”

Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, “2004 yılında tanı yöntemlerini Türkçeye çevirerek elektronik sistemine adapte eden, hastanelerinde kayıtları elektronik sistemde tutmaya başlayan, 2007 senesinde bunu kalite ile eşleştiren, 2014 yılında tüm verilerini bir sağlık portalı içinde tutabilen bir ülkeden bahsediyoruz.” dedi ve sözlerine şöyle devam etti:

“Bugün bazı gelişmiş ülkeler bizim yaptıklarımızı yeni düşünmeye başladı. Bugünkü kongremizde yer alan ve bu işin mutfağını bilen değerli hocalarımızın çabasıyla bu işler başarıldı. Sağlıkta Türkiye’nin bu başarısı, dünya kamuoyu tarafından desteklendi ve takdir edildi. Bunun çok basit bir örneği olarak şu anda sağlık turizminde ülkemize çok gelişmiş ülkelerden gelip sağlık hizmeti almaya çalışan birçok insanın olduğunu görerek ispatlıyoruz. Ülkemiz sağlıkta büyük bir avantaj elde etmiş durumda ama bu avantaj henüz sonuca ulaşmadı.”  

Prof. Dr. Kemal Memişoğlu: “Sağlığı iyi yönetebilen, belki de dünyayı yönetebilecek”

 7. Uluslararası Sağlık Bilimleri ve Yönetimi Kongresi’nin teması bizim ne yapmamız gerektiğini gösteriyor ifadelerini kullanan Memişoğlu, “Covid dünyadaki çoğu ülkeye gelecekte sağlıkla ilgili gelişim sürecini iyi yönetebilenlerin belki de dünyayı yönetebileceklerini gösterdi. ‘Dünyayı nasıl idare edebiliriz?’ diyenlerin en büyük büyük düşüncesi sağlığı nasıl yöneteceklerini bulmaya çalışmak olacaktır. Türkiye sanayi ve teknoloji devrimini kaçırmış olabilir ama gelecekte sağlık devrimi olacağını kimsenin unutmaması gerekiyor. Sağlık yönetimi konusunda daha çok başlardayız. Bu kadar farklı popülasyonu yönetebilmek için sağlıkta dijitalleşmek şarttır.” dedi.

Prof. Dr. Kemal Memişoğlu: “Yapay akıl üretmek zorundayız…”

Geleceğin sağlıkla ilgili büyük değişimin hazırlığı içinde olduğunu belirten Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, “Bu değişimi ülke olarak, insan olarak, sağlık yöneticileri olarak, sağlık bilim insanları olarak görüp pozisyonumuzu ve vizyonumuzu ona göre alırsak, bu ülke geçmişte kaçırdığı sanayi devrimi gibi bazı büyük devrimlerin arkasından koşmaktan çok sağlıkla ilgili bu devrimi yakalarsa insanları, toplumları ve ülkeleri kendi peşinden koşturur. Biz şu anda bunun hazırlığını yapmış bulunmaktayız. Gelecek nesillerin de bunu görmesini sağlamamız gerekiyor. Bugün sağlık hizmetlerinde dünyanın en iyi ülkelerinden biriyiz. Sağlık bilimini ve teknolojisini üretme konusunda çok yol kat etmemiz gerektiğini herkesin bilmesi gerekiyor. Yapay zeka terminolojisinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Biz yapay akıl üretmek zorundayız. İnsan gücü ve insan yönetimi konusundaki tecrübemiz hem de verimiz dünyanın en homojen temiz verisi. Eğer bunları iyi kullanabilirsek, yönetebilirsek, hammaddesinden çıkarıp kullanılabilir teknolojik argümanlar haline getirip iyi organize olabilirsek gelecekte olacak değişim devrimlerinden birini yaşayabiliriz.” ifadelerini kullandı.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Bireysel değil, grup zekasına ihtiyaç var.”

Kongrenin tema seçiminin çok isabetli ve vizyoner olduğunu söyleyerek sözlerine başlayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Dünyanın gidişatı sağlık hizmetlerinin kalitesini artırma yönünde. Sağlık hizmetlerinin kalitesini artırmada da bilginin kişiselleşmesi önemli. Genetik bilgi ile dijitalleşmenin birlikte olduğu alanın oluşabilmesi için bireysel zekalara değil grup zekasına ihtiyaç var. Grup zekâsı, takım liderliği ve yönetimi ile olur. Takım olmayı başaramayan kişiler bu yarışta geri kalırlar. Bu çok önemli. Takım olabilmek kaynakları verimli kullanmayı da sağlıyor. Kaynak kullanımı bütün alanlarda önemli olduğu gibi sağlıkta da önemli. Kaynağı büyütürken doğru şekilde büyütebilmek ayrı bir bilim dalıdır.” dedi.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “2009’da psikiyatri alanında farmakogenetik laboratuvar kurduk”

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Yönetim Üst Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, açılış konuşmasında kişiselleştirilmiş tıbbın bir alt ayağı olduğunu belirterek “Bu da kişiselleşmiş tedavidir. Biz 2009’da psikiyatri alanında Türkiye’de ilk kez farmakogenetik laboratuvarı kurduk. Onkolojide kullanılıyor ama nöropsikiyatride aktif olarak biz kullanıyoruz. Farmakogenetik laboratuvarında genetik poliformizmin erken tanısı var. O erken tanıda ilaç kan düzeylerine göre fenotip takibi yapıyoruz. Kullanılan ilaçların anlık olarak vücutta karaciğer enzimleri ilaçları değerlendiriyor mu değerlendirmiyor mu diye takip ediliyor. Diğer taraftan da farmakodinamik takip var. Farmakokinetik takibi kan düzeyleri ile yapıyoruz, farmakodinamik takipte de ilaçların beyinde yanıt verip vermediğine bakıyoruz. Her gelen hastaya eğer tedaviye karşı dirençliyse farmakogenetik kimlik çıkarıyoruz.” diye konuştu.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Dijital varlıkları yönetebilen dünyayı da yönetiyor”

2021’de dijital sağlık konusunda NP model adıyla patent aldıklarını ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Hastanede kullandığımız modelde medikal kayıt yapıyoruz. Beyin sinyallerini kaydeden bir algoritma yazdık ve böylece beyin sinyallerini kaydediyoruz. Yapay zekâsı ile ilgili bilimsel araştırma projesi çıkardık. Bu projeyi geçtiğimiz yıl hesaplamalı psikiyatri adı altında Amerikan Psikiyatri Derneği’nin kongresinde dünya çapında katılan 10 binin üzerinde üyeye sunduk. Dijital dünyaya girdiğimiz zaman önceden verinin her şey olduğu söyleniyordu. Veri her şey değil aslında her şey veriymiş. Tutulan kalem bile bir veridir. Dijital tabanlı bir evrendeyiz. Madde tabanlı evren felsefesi değişti. Materyal felsefenin açıklaması tatmin etmiyor. Enerji tabanlı evrenden bahsediliyordu şimdi ise dijital tabanlı evren hakkında konuşuluyor. Dijital varlıklar çok önemli. Dijital varlıkları yönetebilen dünyayı da yönetiyor.” dedi.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Dünyanın birçok ülkesi Türkiye’nin Covid-19 mücadelesini referans aldı”

2018’de gerçekleşen Davos Zirvesi’nde zihin kontrolünün yapılabileceğinin ifade edildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan sözlerini şöyle tamamladı: “Dijital dünya, yapay zekâ ve en sonda Metaverse olguları ortaya çıktı. Bunların arkasında hızlı bir dijitalleşme var. Dijitalleşmeyi yakalayan geleceği yakalayacak. Dünya ciddi şekilde dijital kontrole doğru gidiyor. Böyle bir durumda dijitalleşmenin nesnesi değil öznesi olmalıyız. Muhakkak kendi dijital platformlarımız olacak. Sağlık Bakanlığı dünyaya örnek olacak şekilde bunu başardı. Covid-19 ciddi bir krizdi ama erkenden dijitalleşerek biz bunu yönetmeyi başardık. Krize hazırlıklı olan ve krize karşı risk planı olan krizi iyi yönetebiliyor. HES kodu uygulaması harika bir uygulamaydı ve dünyada birçok ülke o konuda Türkiye’yi referans aldı. Bu da sağlık yönetiminin bir başarısıdır.”

Prof. Dr. Mehmet Zelka: “Sağlık alanına tahsis edilen kaynakların verimli kullanılması önemli”

Üsküdar Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Mehmet Zelka, sağlık yönetiminde kaynakların nasıl kullanılacağının önemini vurguladı. Prof. Dr. Mehmet Zelka, “Bütün ülkelerin üzerinde durduğu ve ekonomik olarak kaynakların en verimli şekilde, en etkin şekilde nasıl kullanılması gerektiği sorusuna cevap aranması bakımından, sağlık alanına tahsis edilen kaynakların en verimli ve en etkin şekilde kullanılmasının yolları bu tür aktivitelerin artmasıyla bu alandaki eğitimlerin artmasıyla mümkün olabilecektir. Bunu sağlayabildiğimiz ölçüde malum sağlık ne kadar iyi olursa ekonomik hayata pozitif yansıması da özelikle uzun vadede vardır. İktisadi büyümeyle birlikte sağlık harcamalarına ayrılan pay da artmakta, adeta birbirini desteklemektedir. Sağlık harcamalarındaki artış büyümeyi artırıyor, üretimi artırıyor, kaliteyi artırıyor. Gayrı Safi Yurt İçi Hasılayı artırıyor ve tabii ki toplumun refahını artırmada etkili oluyor.” dedi.

Prof. Dr. Haydar Sur: “Sağlık yönetiminde yöneticiler yetiştirmek görevimiz”

Kongrenin eş başkanlığını üstlenen Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar Sur, açılış konuşmasında önemli bir kongreye ikinci kez ev sahipliği yapmaktan duydukları memnuniyeti dile getirdi. Sağlık yönetimi alanında ülkemizde uzun yıllardır Sağlık Bakanlığı öncülüğünde önemli çalışmaların yürütüldüğünü kaydeden Prof. Dr. Haydar Sur, il sağlık müdürlüklerinin gerçek bir okul olarak usta çırak sağlık yönetimi uygulamalarını aktardığını, özellikle 90’lı yıllardan sonra önemli akademik birimlerin kurulduğunu söyledi. Bundan sonra daha güçlü yöneticiler yetiştirmenin görevleri olduğunu kaydeden Prof. Dr. Haydar Sur, “Bize aktarılan bu tarihi emaneti çocuklarımıza ve torunlarımıza aktarmak için bu kongrelerin sonsuz önemi vardır.” dedi.

Prof. Dr. Sedat Bostan Üsküdar Üniversitesi’ne teşekkür etti

Kongrenin eş başkanlarından Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Sedat Bostan ise  2015 yılında ilk uluslararası kongreyi Gümüşhane Üniversitesi’nde gerçekleştirdiklerini ve yaklaşık 15 ülkeden katılımcının yer aldığını kaydetti. Prof. Dr. Sedat Bostan, bu yolculukta sağlık yönetimi bölümlerinden çok önemli destekler aldıklarını belirterek Üsküdar Üniversitesi’ne desteklerinden dolayı teşekkür etti.

Prof. Dr. Akif Cinel: “Pandemide sağlık yönetimi alanında fark attık”

Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Akif Cinel de çevrimiçi bağlantıyla katıldığı açılış töreninde yaptığı konuşmada yoğun emek ve fedakarca çalışma gerektiren sağlık hizmetlerinin çok önemli bir hizmet olduğunu söyledi. Prof. Dr. Akif Cinel, “Son 2,5 yılda yaşanan pandemide ülkemizin sağlık yönetimi alanında gelişmiş birçok ülkeye fark attı. Yoğun bakım ve servislerinin organizasyonları, filyasyon ekiplerinin oluşturulması yaşadığımız dönemde acılarımıza rağmen gurur tablosu oluşturdu.” dedi.

Kongrenin açılış töreni, katılımcılara plaket ve teşekkür belgesi verilmesinin ardından fotoğraf çekilmesi sona erdi. Açılış töreni, Üsküdar Üniversitesi Televizyonu (ÜÜ TV) ve Üsküdar Üniversitesi resmi YouTube hesabından canlı yayınlandı.

Açılış töreninin ardındann Ordu Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Ahmet Kaya, “Klasikten Dijitale Tıp ve Geleceği” başlıklı sunumunda Mısır, Antik Yunan – Roma dönemlerinden başlayarak dünyada ve İslam medeniyetinde tıp biliminin tarihini ele aldı.

Kongre dört gün devam edecek

Dört gün devam edecek kongrede “Sağlık Hizmetlerinde İnsani Hassasiyet”, “Sağlık Ekonomisi”, “Pandemi Sonrasında Özel Sağlık Hizmetlerinin Yeni Konumu”, “Sağlık Yönetimi Alanında Kitap Yazarlığı ve Editörlük”, “Dijital Sağlık ve Kişiselleştirilmiş Tıbba Multidisipliner Yaklaşım”, “Sağlık Turizmi” ve “Cancer Research with Innovative Technologies” başlıklı paneller gerçekleştirilecek.


Kazakistanlı doktora öğrencileri Üsküdar Üniversitesi’nde...

$
0
0

“Prof. Dr. Özdemir Kazak doktoranlarla projeler hakkında bilgi verdi”

Türkiyede akademik staj aşamasında bulunan Kazakistan Avrasya Üniversitesi Sosyoloji Bölümü doktora öğrencileri; Serik Aktayev, Yuliya Vyatkina ve Akjurek Altınbayeva üniversitemizi ziyaret ederek İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İbrahim Özdemir ve Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ebulfez Süleymanlı’yla görüştü.

Ziyaret esnasında Prof. Dr. İbrahim Özdemir konuk doktorantlara Üsküdar Üniversitesi’nin akademik alanda gerçekleştirdiği projelerden bahsetti. Özdemir, özellikle kendisinin içinde bulunduğu ‘Müslüman Çevreciler’ tarafından düzenlenen “Al-Mizan: Dünya İçin Bir Sözleşme” projesi hakkında konuk doktorantlara bilgi de verdi.

“Prof. Dr. Süleymanlı aile ve gençlik alanında ki araştırmalardan bahsetti”

Prof. Dr. Ebulfez Süleymanlı ise Üsküdar Üniversitesi olarak Kazak akademisyenlerin de  içinde bulunduğu  geniş araştırma grubuyla birlikte  gerçekleştirdikleri aile ve gençlik alanında karşılaştırmalı sosyolojik araştırmalardan bahsetti. Kendi araştırma konuları hakkında bilgi veren konuk doktorantlar, Üsküdar Üniversitesi akademisyenlerinin deneyimlerinden faydalanmak istedikleri yönünde arzu ve isteklerini dile getirdi.

“Tabiatta Mizan Kavramı Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme” konferansı gerçekleştirildi

$
0
0

“Cinlerin varlığını anlamaya çalışmamız gerekiyor”

Kur'an'ın cinlerin varlığını kabul ettiğini; onların da bizler gibi inanan ve inanmayanlar olarak ayrıldığını; hatta Cin Suresinin bulunduğunu belirtti. Bundan hareketle çevre sorunları bağlamında tabiatı yeniden anlamaya çalışırken; cinlerin varlığını da anlamaya çalışmamız gerektiğini, bu sayede bizim kendimizi ve tabiatı anlamamızda yeni bakış açıları sağlayacağını aktardı. Aydınlanma Döneminden bu yana seküler-materyalist tabiat anlayışının etkisini kaybettiğini; Batı’da başta olmak üzere birçok eğitimli insanın başta Budizm olmak üzere Doğu dinlerine ve kültürlerine ilgi duyduğunu vurguladı. Tabiatı daha iyi anlamak için karşılaştırmalı çalışmalara çok ihtiyaç olduğunu belirten Moad, daha sonra sorulan soruları cevapladı.

“Al Mizan: Dünya İçin Bir sözleşme deklarasyonu ilgi odağı olmaya devam ediyor” 

Al-Mizan: ‘Dünya Çevre Sözleşmesi’ ile ilgili bilgilendirme bulunan Prof. Dr. İbrahim Özdemir, sözleşmenin metni üzerindeki çalışmaların tamamlandığını ve son düzeltmelerden sonra kamuoyuna duyurulacağını ifade etti. Sözleşmenin duyurulmasıyla birlikte Arapça, Fransızca, Almanca ve Türkçe tercümeleri de eş zamanlı olarak yayımlanacağını aktardı. 

Al-Mizan-Dünya İçin Bir Sözleşme doğanın korunmasını yöneten ilkelerin mevcut zorlukları karşılayan bir biçimde yeniden ifade edilmesinden oluşuyor. İnsan varoluşunu, toplumsal düzeninin ardındaki ahlakı ilkleri vurgulayan Al-Mizan; amacının iklim değişikliği ve gezegene yönelik diğer tehditlerle mücadele eden yerel, bölgesel ve uluslararası eylemleri güçlendirmek amacıyla çevreye İslami bir bakış açısı sunmak olduğunu vurguluyor. Allah'ın yarattığı ve bizlere emanet ettiği dünyanın kalp atışlarıyla beraber uyum içinde çalışarak günümüzde hayata nasıl geçirilebileceği araştırılıyor.

Al-Mizan- Dünya Çevre Sözleşmesi çağrısı, çevreciliğin İslam'ın damarlarına derinden yerleşmiş olduğuna dikkat çekiyor. Kişisel davranışlarımız kadar tüm canlılarla olan ilişkimizde hürmet, koruma ve sorumluluk temelli bir vurgu yapıyor. Doğal dünyada ve diğer canlı varlıklarla olan ilişkilerimizde diğerkâm olma; yaratılana yaratandan ötürü hürmet çağrısında bulunuyor

Prof. Dr. Özdemir: “Çocuklarımız ve torunlarımızın geleceği için endişeliyiz”

Sözleşmeyi hazırlayan ve çekirdek ekipte yer aldığını ifade eden Prof. Dr. Özdemir, “Yaşadığımız doğal felaketler dikkate alındığında dünyamızın, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceği için endişeliyiz. Zaman azalıyor. Çevre sorunları hepimizin ortak problemi. Biz Müslümanlar da çözümün bir parçası olacağız.” dedi.

“Tabiatta Denge (Mizan) Kavramının Karşılaştırmalı Bir Tartışması” konulu konferans yüz yüze yapılırken aynı zamanda Zoom üzerinden de yayınlandı. Konferansa öğretim üyeleri, öğrenciler ve yurt dışından da birçok izleyici katılım sağladı.

Uluslararası İlişkiler konsorsiyum toplantısı Üsküdar’da yapıldı.

$
0
0

“Proje yıllarına göre bütçe değerlendirmelerinde bulunuldu”

Üsküdar Üniversitesi Senato toplantı salonunda gerçekleştirilen konsorsiyum toplantısı Üsküdar Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Daire Başkanlığı Değişim Programları Yöneticisi Sezen Kaptan ve Değişim Programları Asistanı Gürkan Dinçer öncülüğünde gerçekleşti.

Sekiz maddelik gündemle masaya oturan konsol üyeleri, proje yıllarına göre bütçe değerlendirmesinde bulundu. Analiz ve değerlendirmelerle beraber Erasmus staj hareketliliği programına katılmak isteyen öğrenciler için yıllara göre hibe desteği ve oranları incelendi.

Tarhan’dan sınava girecek adaylara hayati öneriler…

$
0
0

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Kontrol edilebilen stres faydalıdır”

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, hafta sonunda gerçekleşecek YKS ile ilgili kaygı bozukluğu ve kaygıyla başa çıkma konusunda değerlendirmede bulundu.

Belli bir zaman diliminde performans beklentisi kaygıyı artırıyor

18 ve 19 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilecek sınavlardan ilk oturumun temel yeterlilik, ikinci oturumun ise alan yeterlilik sınavı olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bizim sınav sistemimizde yüksek öğretime geçişte tek sınava indirgenmesi sınav kaygısını daha çok artırıyor. Belli bir süre içerisinde belli bir performans göstermesi beklentisi, kaygıyı artırıyor. Bu sınav milyonlarca kişiyi etkiliyor, gençler hata yapmamak için gerginleşiyorlar. Sınava girdiklerinde bildiklerini unutanlar, sınavı yarım bırakıp çıkanlar, eli ayağı titreyip cevapları kaydıranlar var.” dedi.

Sınav sisteminin de kaygıya yol açtığını, sınav kaygısna bu kaygının da eklendiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Sınav kaygısı birken ikiye çıkıyor. Bu onların elinde olmayan bir şey. Sınavı değerlendirirken gençler şunu düşünsünler: Kontrol edebileceği şeyler var bir de kontrol edemeyeceği şeyler var. Gücünün yeteceği şeyler var, yetemeyeceği şeyler var. Doğru bir ayrım yapmak için muhakkak zihinlerini, akıllarını, zekâlarını kullanmaları gerekiyor. Böyle olursa sınav stresini yönetmek çok kolaydır.” dedi.

Kaygı beyni çalıştırıyor!

Sınav kaygısının olmasının da  gayet doğal olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kişide kaygı olmazsa beyin çalışmıyor ki… Kaygısız kişilerde hedefe yönelik, amaca yönelik uyarılmadığı için beyindeki damarlar genişlemiyor, sınava turist gibi giriyorlar antrenman gibi giriyorlar. Hatta antrenmanda bile bir stres vardır. Bu nedenle sıfır stres faydalı değil, zararlıdır. Kontrol edilebilen stres faydalıdır. Kontrol edilemeyen stres zararlıdır.” diye konuştu. Stres hiç olmayacak gibi bir algının stresi daha da arttırdığına dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “O nedenle stres var, panik yok diyoruz. Panikte ne var, kontrolü kaybetme var.”dedi.

Bir insanın hedefine doğru ilerlerken bir engelle karşılaştığı zaman bir kaygı oluştuğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Böyle durumlarda insanın kaygısını arttıran yüzde 10-20 oranında önüne çıkanlardır. Yüzde 80-90 oranında önüne çıkan engellere tepkidir. Onu kontrol edip değiştirebilir. Kişinin önüne çıkan engeller karşısında kontrolü kaybetmeden ‘Hedefime ulaşmak için birşeyler yapabilirim’ demesi gerekiyor.”diye konuştu.

Stresi doğru şekilde yönetmek önemli

Kaygının bazı fizyolojik ve ruhsal belirtileri olabileceğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Karın ağrısı, mide bulantısı, terleme gibi fiziksel belirtiler oluşabilir. Uykular kaçar, iştah kaçar aşırı yeme olur, mutsuzluk olur, tırnak yeme olur. Tartışmalar olur, ses tonu yükselir. Sınav kaygısında hem fizyolojik belirtiler olur, hem de duygusal belirtiler olur. Bunların az miktarda olmasında bir şey yok. Önemli olan stresi nasıl yönetmesi gerektiğini bilmektir. Stresi yönetmek bisiklet kullanmaya benzer. Denge olmalıdır, yerinde yavaşlayıp hızlanacaksın bu da hedefe götürür ve kolaylaştırır.” dedi.

Mükemmeliyetçilik ve rekabetçiliğe doğru yorum getirmek gerekiyor

En çok sınav stresinin mükemmeliyetçi ve rekabetçi kişilerde olduğunu, günümüzde küresel ve kapitalist sistemin bu ikisini çok teşvik ettiğini kaydeden Tarhan, “Kapitalizmin ilk çıkışında çok çalışmayı tanrı buyruğu gibi görme eğilimi vardı. Dini gerekçelerle çok çalışmaya kutsallık yüklemişlerdi. Almanya ve kuzey Avrupa’daki endüstri 1.0, 2.0, 3.0’da gerçekleştirilen başarıların ve atılımların arka planında mükemmeliyetçilik ve rekabetçilik var. Bu belli bir noktada insanı harekete geçiriyor. Barışçıl bir rekabet varsa faydası oluyor ama yıkıcı bir rekabet varsa kişinin özgüvenini zedeliyor. Kaygıyı arttırıyor. Ebeveynler bazen farkında olmadan kıyaslama yapar. Hâlbuki kişiyi başkasıyla kıyaslamak yerine ona bir hedef koyup onun güçlü yönlerinin desteklenmesi daha yararlı olacaktır. Mükemmeliyetçilik ve rekabetçiliğe doğru yorum getirmek gerekiyor. Doğru yorum kişi için motivasyon kaynağı ve harekete geçirici oluyor.” diye konuştu.

Başarının anahtarı çalışmak

Sınavlara hazırlanmada anahtar kelimenin çalışmak olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Edison’a başarısının sırrını soruyorlar, ‘Yüzde 5 zekâ, yüzde 95 çalışmak’ yanıtını veriyor. Gerçekten çalışmak buradaki anahtar kelime ve kavramdır. Kişi zeki ve çalışkan olmalıdır ama bunun için muhakkak kişinin iyi hedefleri olması da önemlidir. Yanlış hedef olursa o çalışma boşa gidiyor. İyi niyeti olan, iyi hedefi olan, güzel gayreti olan kişiler strese girmeden yönetiyorlar çünkü sadece maddi hedefleri yok.”dedi.

Sınav sonucuna değil, sürece odaklanılmalıdır

Prof. Dr. Nevzat Tarhan sınav stresine neden olan etkenlerden birinin de sonuç odaklı düşünmek olduğunu söyledi. Tarhan, “Adaylar artık sonucu düşünmemelidir. Sınav anındaki stres kontrolüne odaklanmalıdır. ‘Sınavda benim rahatlamam lazım. Uykuma dikkat etmem lazım, yediğime içtiğime dikkat etmem lazım.’ diye telkinde bulunmalıdır. Artık sonucu değil, sınav salonu nerede, sınava kiminle gideyim şeklinde sınav sürecine odaklanmalıdır.” tavsiyesinde bulundu.

Sınav amaç değil, araçtır!

Sınavın hayat yolunda ilerlerken karşımıza çıkan basamaklardan bir tanesi olduğunun unutulmaması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kişi bu basamağı geçemezse, B planı vardır, C planı vardır, başka basamaklar vardır. Bu yüzden bunu ölüm kalım meselesi gibi değerlendirmemek gerekiyor. Sınav sonuçta bir amaç değil araçtır.”dedi.

Anne ve baba desteği kaygıyı azaltmada etkili olabilir

Sınav kaygısını azaltmada ebeveynlere de görevler düştüğünü kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Anne ve baba, kaygısı yüksek olan çocuğa yanında olduklarını hissettirmeli. ‘Sen elinden geleni yaptın, çalıştın. Artık elinden geleni yaptıktan sonra sonuç ne olursa onu kabul edeceğiz’ tarzında desteklemek gerekir. Eğer anne ve babaların öyle bir düşünce tarzları varsa çocuk da bunu referans yapar ve rahatlar. Kaygılı anne babaların çocuklarında kaygı daha çok ortaya çıkıyor.” uyarısında bulundu.

3 adımda nefes egzersizi yapabilirler

Sınavda kaygıyı azaltmada nefes egzersizlerinin de yardımcı olabileceğini kaydeden Tarhan, “Nefes egzersizi beyine giden oksijeni arttırıyor. Sınavda beyin stres hormonu salgıladığı için beyindeki bu serotonin gibi kimyasalları hızla tüketiyor. Sınavda şunu yapabilirler: 3 adımdan oluşuyor. 1-2 deyip derin nefes alacaklar, 3-4 diyecek kadar tutacaklar, 5-6-7-8 diye sayarak  nefesi yavaş yavaş verecekler. Bunu yaparken vücutlarını gevşetsinler. Gözlerini kapatsınlar. Bunu 5-6 defa yapsınlar. Bunu yaparken çok sevdikleri ve rahatladıkları bir ortamı hayal etsinler ”tavsiyesinde bulundu.

Tezlerini başarıyla sunan MBG öğrencileri mezun olmaya hazırlanıyor

$
0
0

Öğrenciler hazırladıkları poster sunumlarını, Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Muhsin Konuk ve Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Tunç Çatal ile tüm bölüm öğretim üyelerine büyük bir heyecanla sundu.

A Blok 3. katta bulunan sınıflarda gün boyunca sunumlarını gerçekleştiren öğrenciler, mezun oldukları için sevinirken bir yandan da okuldan ayrılmalarının hüznünü aynı anda yaşadılar.

Uluslararası öğrenciler şenlikte buluştu…

$
0
0

Uluslararası öğrenciler, Üsküdar Üniversitesi Güney Yerleşke bahçesinde gerçekleştirilen “Uluslararası Öğrenciler Günü” etkinliğinde bir araya geldi.

Filistin, Azerbaycan, Pakistan, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, Cezayir, Yemen ve Suriye gibi birçok ülkeden uluslararası öğrenci, ülkelerinin meşhur yemeklerini akademisyen ve öğrencilere ikram etti.

Geleneksel kıyafetlerini giyerek, kültürlerini yansıtan şarkılar da seslendiren öğrenciler eğlenceli danslar sergiledi.

Ortaya renkli görüntülerin çıktığı şenlikte öğrencilerle bir araya gelen İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İbrahim Özdemir; “Üsküdar Üniversitemizde yaklaşık 4 bin uluslararası öğrenci eğitim alıyor. Bu öğrenciler 90 farklı ülkeden gelmiş, bugün onların günü. Burada onları geleceğin liderleri olarak yetiştiriyoruz. Siyasette, ekonomide, sanatta, edebiyatta ve bilimde lider olmalarını istiyoruz.” dedi.

Geleneksel lezzetlerin tadına bakan öğrenciler, renkli dans gösterileri ile eğlenceli anlar yaşadı.

Evren bir simülasyon mu?

$
0
0

“Evrenin tesadüfi varoluşla olma ihtimali artık akıl dışı bir ihtimal”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, evrenin oluşumunda değişen paradigmalar hakkında açıklamalarda bulundu. Tarhan; “Daha önce kuantum dinamiğinde ‘Veri her şeydir’ görüşü kabul ediliyordu. Veriye, big dataya hâkimsen dünyaya hükmedersin. Veriye hâkim olmayan sosyal hareketliliği, ekonomik hareketliliği ve finansal hareketliliği kontrol edemez.’ deniliyordu. Fakat şu anki kuantum dinamiği için şöyle söyleniliyor; ‘Veri her şey değil, her şey veridir.’ Bu, her şey dijital formata çevrilebilir demek. Her şey dijital formata çevrilebilir olduğuna göre evren de bir simülasyondur. Şu anda kuantum fizikçileri evrenin simülasyon olduğu görüşünü savunuyor. Bilgelik Psikolojisi serisinin birinci kitabında bu konuyu detaylı bir şekilde ele aldım. Evrenin simülasyon olması için bir program yazıcısı olmalı. Simülasyonu yazabilmesi için dış zekâ gerekiyor. Evrenin tesadüfi varoluşta olma ihtimali artık akıl dışı bir ihtimal. Evren tasarımsal varoluş, bir tasarımı var. Amerika’da Louisiana Eyaleti’nde mahkeme kararıyla ‘akıllı tasarım’ ders olarak okutulmaya başlandı. Akıllı tasarım görüşünün evreni daha iyi açıkladığı düşünülüyor.” dedi.

“ ‘Postmateryalist Bilim Manifestosu’ ile materyalizm çöktü”

Postmateryalist Bilim Manifestosu ile genel kabullerin değiştiğini ifade eden Tarhan; “2014’te Arizona ve Kolombiya Üniversiteleri ‘Postmateryalist Bilim Manifestosu’ yayınladılar. Artık materyalist düşüncenin her şeyi açıklamadığı görüşü hâkim. ‘Bilimlerin Bütünlüğü Manifestosu’ da diyebiliriz buna. Bilimler bir bütündür. Evreni açıklamak için madde bilimi yetmiyor, sosyal bilimler ve din bilimleri gibi diğer bilimlerden yardım almamız gerekiyor. Evrenin simülasyon olması şu anda bilimsel bir menzile girdi. Evrenin bilgisayar olma metaforu, evrenin varoluşunu açıklayan metaforlar arasında en akla yakın formül. Bilgisayar metaforuna göre bilgisayarın hardware’i, software’i, elektronik devreleri var. Uzaydan birisi gelse, bilgisayarı çalıştırsa, ‘Bu software nasıl olmuş?’ diye uğraşsa hayatta çözemez. Software’i bilgisayardan sildiğin zaman, bilgisayar 1 gram eksilmiyor. Manyetik parçacıklar aynen durduğu için ağırlığı değişmiyor. Yani evren bir donanım, buna bir yazılım gerekiyor. Yazılımı da programlamak gerekiyor.” şeklinde konuştu.

“Evrenin simülasyon olma ihtimali tartışılıyor”

Evrenin Simülasyon Teorisi ile açıklandığını ifade eden Tarhan, bu teori ile Metaverse kavramının gündeme geldiğine dikkat çekti. Tarhan; “Evrenin varoluşsal sebebini açıklayan yeni teori simülasyon teorisi. Simülasyon teorisi dendiğinde ise ‘metaverse’ konusu gündeme geliyor. Metaverse bir yazılım, Türkçesi ise sanal evren demek. Bu yeni evrende insanların avatarı oluyor ve aynı zamanda ciddi bir virtual reality gözlükleri takılıyor kişiye. Dokunmaları simüle edebilecek şekilde yapıyorlar. Metaverse; bilgisayar oyunu, yazılım ekibi ve fiziksel gerçeklik kavramlarını birleştiriyor. Metaverse, bir bilgisayar oyunu yazarak herkesin oyunun içerisine girerek oynaması demek. Bilgisayarda joystick ile oynuyorsun ama burada evrene avatarınla giriyorsun. Metaverse küresel olarak arsaların satıldığı, fiziksel gerçeklikle bağlantılı bir sanal evren oldu. Böyle olunca kuantum dinamikçileri evrenin bir simülasyon olup olmadığı sorusunu sordular. 2018’de vefat eden Hawking, buna en çok kafa yoranlardan birisiydi. Hawking; ‘Benim matematiksel aklım, bu evrenin boş olmadığını söylüyor. O halde çoklu evren var. Çoklu evrenden dünyaya gelecekler, bizim Amerika’yı işgal ettiğimiz gibi onlar da dünyayı işgal edecekler. Buna karşı tedbir almamız lazım. Ancak belki de bizi kurtaracaklar. Koca evren içerisinde nokta gibi olan dünya, bu kadar canlı, rengarenk ve hareketli. Burada müthiş bir bilgi var. Matematiksel aklımız, bu koca dünyanın bu kadar şenlikli olup da koca evrenin bomboş olmasını mümkün kılmıyor. O halde bizim göremediğimiz, görünmeyen bir gerçeklik var. Burada görünmeyen gerçeklik olduğuna göre görünmeyen güçler dünyayı simüle mi ediyor?’ sorularını soruyor.  Yaşadığımız dünyadaki ölüm hakikati simülasyon teorisini doğruluyor.” ifadelerini kullandı.

“Metaverse NFT tasarımları marka değerini temsil ediyor”

Metaverse NFT tasarımları marka değerini temsil ettiğini vurgulayan Tarhan, Metaverse’de değiştirilemeyecek bir yazılım olduğunu aktardı. Tarhan; “NFT’ler aynı blok zincirlerle birbirine bağlı olduğundan dolayı değiştiremiyorsun. Orada kendi oyununa göre kendi NFT’sini oluşturuyorsun. Mesela köy inşa ediyorsun, futbol oynuyorsun. Avatar oluşturduğun zaman o NFT’ler senin orada bıraktığın marka değerini temsil ediyor, seni tanımlayan şey senin kimliğindir diyor. Bilgisayar programına kendi kimliğimizle giriyoruz, orada bir sürü program yazıyoruz. Kendi dosyalarımızı, pencerelerimizi açıyoruz ama başka birisi gelse o da kendi penceresini açıp kendi tasarımını yapabilir aynı bilgisayar programında. Metaverse bilgisayarın büyütülmüş şeklidir. O halde bizde kendi simülasyonumuzu yazabiliyoruz. Mesela burada top oynarken, bir oyun programı, futbol programı, programı yazan programcı, hangi topa hangi açıdan vurursan gol olup olmayacağını biliyor ama oynayan bilmiyor. İşte metaverse de öyle. Biz metaverse gireceğiz, ne yaparsak kaç para harcayacağımızı programı yazan bilecek ama biz bilmeyeceğiz, biz yaptık zannedeceğiz. Şu anda evrende aynı şekildedir. Evrenin programını yazan, bizim hangi kararı verirsek hangi sonuca gideceğimizi biliyor. Bunun kutsal metinlerdeki adı kaderdir. Aslında yaşadığımız seçimdir. Onun için kişinin özgür iradesi, özgür sorumluluğu var.” dedi.

“İnsandaki hayal gücü yeteneği olmasa simülasyon olmazdı”

Hayal kurmanın simülasyonun bir parçası olduğunu aktaran Tarhan; “İnsan özgür iradesi ile ne kadar deneyim kazanıyorsa, biz avatarda ne kadar özgürsek bu dünyada da o kadar özgürüz. Biz özgürüz diyoruz ama bize verilen genetik sınırlar içinde özgürüz. Sınırsız ve sorumsuz bir özgürlük yok. Deneyim kazanırız ama bize tanımlanan metaverse’deki alanımız kadar özgürüz. Metaverse’de hayalle gerçeği karıştırıyorlar. Farklı bir gerçeklik, üst gerçekliği birleştiriyoruz orada. Çünkü özgür irademiz var. Hayal kurmak simülasyonun bir parçasıdır. İnsanda ki hayal gücü yeteneği olmasa simülasyon olmazdı. Hayal, simülasyonu doğurdu. Evrendeki simülasyonlara uymayanlar ya şizofren ya da asi oluyorlar. O zaman seçimlerini ona göre yapıyor. Şu anda simülasyonun içinde olma ihtimalimiz, var oluşu açıklayan en kuvvetli ihtimal. Önemli olan burada, bu simülasyonu tanımlayan birinci gerçeklik simülasyonun game over yani bitiyor olması. İkinci gerçeklik hayal dünyasının, insanın simülasyon üretebilen bir varlık olması, büyük bir simülasyona kanıttır. Nesnel gerçeklik şu anda zaten kuantum dinamiğine göre nesnel gerçekliği, madde gerçeklik diye bir gerçeklik yok.” ifadelerine yer verdi.

“Evrenin simülasyon olma ihtimali var oluşu açıklayan en iyi ihtimaldir”

Değişen evren varsayımları hakkında değerlendirmelerde bulunan Tarhan, son kabul edilen görüşün dijital tabanlı evren varsayımı olduğunu aktardı. Tarhan; “Evren 2000’li yıllardan önce madde tabanlı kabul edilirken, 2000’li yılların başından itibaren enerji tabanlı olduğu düşünülüyordu. Şimdi ise dijital tabanlı evren görüşü hâkim. Evren ancak dijital tabanlı bir evren olabilir çünkü dijital veri tabanı var. Bizim yaşadığımız gerçeklik, nesnel gerçeklik dediğimiz şey aslında evrensel veri tabanının bir nevi yansımasıdır. Bunu gösteren bilimsel çalışmalardan biri de temel bilinç çalışmalarıdır. Şu anda en çok merak edilen konular insan ve bilinç konuları. Bilinç çalışmalarında gelinen son noktaya göre, insan evrendeki kuantum evrende sübjektif gözlemcidir. Gözlemlediğin zaman bilinç var, gözlemlemediğin zaman bilinç kayboluyor. Gözlemleme simülasyon başladığı zaman başlıyor, simülasyon bittiği zaman bitiyor. Sadece gözlemci olarak varız, biz dijital canlılarız. Dijital canlılar olduğumuz için burada nesnel gerçeklik aslında dijital evrenin bir uzantısıdır. Evrenin şu anda bir simülasyon olması ihtimali var oluşu açıklayan en iyi ihtimaldir ama bu bir simülasyon olduğuna göre simülasyonu yazan lazım. Bu yazanın kim olduğunu şu anda artık ele almak zorundayız.” dedi.


Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “ABD’de evlilik karşıtlığı, ideoloji haline gelmiş, RTÜK strateji geliştirmeli”

$
0
0

 “Cinsel kimlik çocukta sosyal öğrenmeyle öğreniliyor.” 

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan çocuğa açık, şeffaf ve doğru cevaplar verilmesi gerektiğinden bahsetti. Tarhan; “Biyolojik cinsiyet ayrı, cinsel kimlik ayrıdır. Biyolojik cinsiyet zaten çocuklarda biyolojik cinsiyet ile ilgili hormonlar canlanıncaya kadar cinsellik ile ilgili çocuklara bir soru sormadıkça algılayamazlar. Ona kadın ve erkeğin cinsel farklılıklarını öğretemezsiniz. Bu konuda anne babalar iyi niyetle yalan söylerler. Kardeş geldiği zaman çocuk; ‘Anne kardeşim nereden geldi?’ der. Aile ise; ‘Leylekler getirdi.’ der, en çok söylenen budur. Bu yalan yerine şu an bizim tavsiye ettiğimiz, ergenlikten önceki çocuklar böyle sorular sorduğu zaman anne ile baba cinselliği karıştırmadan sevgiyle sarılır, öyle oluşur diye böyle bir cevap verilir ve biyolojik cinsiyet eğitim bu şekilde olur. Cinselliğin seks özelliği böyle anlatılır. Cinsel kimlik özelliği farklıdır. Çocuklar cinsel organını kadın, erkek fark ettiklerinde farklılık olduğu zaman mesela erkek çocukları, ışığı arkasına alır, cinsel organını gölgede gösterir. Okul öncesi dönemde böyle şeyler olur. Böyle durumlarda çocuk farkı anlayamaz ya da çocuk mastürbasyon yapar, haz alır. Böyle durumlarda sorduğu zaman, anne aşırı tepki verirse veyahut anne yerine geçen kişi, babaysa baba da olabilir. Aşırı tepki verirse çocuk bunu korkulacak bir alan olarak anlar ve onu beyninde korku dosyasına kodlar. Çünkü güvenilecek konular, korkulu konular ve zamanında öğrenilecek konular diye beyin her konuda üç dosya açar. Korkulacak konular dosyasını açar, ileri yaşta o cinsellikle ilgili korkular olur. Çocuğa açık, şeffaf ve doğru cevaplar vermek lazım. Böyle durumda bunu sorduğu zaman, erkek çocukta da kız çocukta da böyle farklılıklar var, bunu zamanı gelince öğreneceksiniz denilmesi gerekiyor. Bu şekilde cevap verilirse, okul öncesi eğitimde bu tarz bilgiler yeterlidir. Cinsel rolde, biyolojik cinsiyet rolünde ama cinsel kimlik rolünde farklıdır. Cinsel kimlik çocukta sosyal öğrenmeyle öğreniliyor. Çocuk anne-babaya, anne-babanın ilişkisine bakıyor ve üç şeyi örnek alıyor. Ya anneyi ya babayı ya da onun ilişkisini örnek alıyor.” şeklinde konuştu.

“Transseksüellik genetik değil, epigenetiktir”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, epigenetik olan şeylerin her zaman değiştirilme şansı olduğu konusunda değerlendirmelerde bulundu. Tarhan; “Oxford, beş yüz bin kişinin üzerinde ABD ile birlikte bir çalışma yaptı. Bu çalışma gey geni yoktur raporudur. Cinsel kimlikle ilgili bir gen yok ama erkeklikle ilgili ve kadınlıkla ilgili gen vardır. Transseksüel ile ilgili bir gen şu anda yoktur. Peki transseksüellik nereden çıkıyor? Freud’un tezi doğruluk kazandı. Freud diyor ki; ‘Zayıf, soğuk, mesafeli bir baba varsa çocuk cinsel rol olarak anneyi seçer ve anneyle özdeşim kurar veya erkek çocuk ablalar ve teyzeler arasında büyümüşse, kız çocukları arasında büyümüşse ve baba erkek rolü de örnek alacak roldeyse onu modeller ve buna bağlı çocukta beyinde biyolojik değişikler olmaya başlıyor ve küçük yaşta onun gibi davranmayı istiyor.’ diyor. Hatta buna epigenetik deniyor yani genlerde sonradan olan değişiklikler, çevrenin genlerde yaptığı değişiklikler demektir. Yani transseksüellik genetik değil, epigenetiktir. Doğuştan değildir, edinimseldir. Epigenetik olan şeylerin her zaman değiştirilme şansı vardır ama kişinin istemesi gereklidir. Anne ve baba ilişkisi soğuksa, çocuk erkeklik kavramını anlayamıyor. Bazen de tersi oluyor, herkes kız çocuğunu erkek gibi büyütmek istiyor. Ailenin son kız çocuğu oluyor. Aile erkek çocuğu istiyor. Farkında olmadan aile erkek çocuğumuz olmazsa, hiç olmazsa bunu öyle edelim. Küçük yaşta devamlı pantolon giydiriyorlar, eline silah veriyorlar, böyle sert hareketleri yaptırıyorlar. İleri yaşta geliyor bize; ‘Bu çocuk erkeksi davranıyor.’ diyorlar. Bir bakıyoruz ki siz öyle eğitmişsiniz. Erken ergenlik döneminde gelirse 12-15 yaş düzelme şansı var ama 15 yaşından sonra gelirse düzelme şansı çok zordur. Onun için kişinin cinsel kimlik öğrenmesi erken ergenlik döneminden önce netleşmelidir. Ondan sonra çok zordur. 18 yaşından sonra gelirse; ‘Kusura bakmayın geç kaldınız.’ diyoruz. Çünkü artık 18 yaşını geçen bir kimse burada kendi özgür iradesiyle seçer. Erkek cinsiyetini seçebilir, kadın cinsiyetini seçebilir, transı seçebilir. Şu anda bu çağda kimse kimseyi; ‘Sen 3. cinsel kimliği seçtin’ diye suçlayamaz.” dedi.

“Şu anda ABD’de ciddi bir cinsel kimlik ideolojisi var, RTÜK strateji geliştirmeli”

Walt Disney firmasının oyun teknolojilerinde çocukları hedef alan haberini ekte incelerseniz işin önemi anlaşılır.

“https://nypost.com/2022/03/30/disney-executive-wants-more-lgbtqia-minority-character/

Yukarıda Türkiye de yayına başlayan Disney’in içerik direktörünün verdiği röportaj var.  Özetle şunu diyor: *çizgi film ve film karakterlerin en az %50'si LGBT olacak*. Disney’i Mickey Mouse’un sahibi olan basit bir içerik sağlayıcı olarak düşünmeyin. Şu anda dünyanın en büyük içerik üreticisi. Sinemada gördüğümüz çoğu animasyon filmi (mesela Oyuncak Hikayesi,Aslan Kral, Aladdin, Mulan, vs) Disney'in. Daha da önemlisi ise *Marvel comics* in film haklarının sahibi. Marvel Comics ise *örümcek adam*, *demir adam*, *hulk*, vb karakterlerin ait olduğu şirket. Evinde örümcek adam logolu ürün olmayan erkek çocuk yok. Son olarak Disney’in büyüklüğünü yaptığı satın alımlarla da görebilirsiniz.

- 1995: abc satın alındı

- 2006: pixar satın alındı

- 2009: marvel satın alındı

- 2012: lucasfilms satın alındı

- 2015: national geographic alındı

- 2017: 21st century fox satın alındı

- 2018: hulu satın alındı”

Ve Disney'in içerik direktörü diyor ki  karakterlerin en az %50'si LGBT olacak. Çok ciddi bir hedef  çocuklarımızdır,  bizim kültürümüzün çocuğu olmasını istiyorsak RTÜK gündeme almalı.

 ABD’de evlilik karşıtlığının ideoloji haline geldiği konusundan bahseden Tarhan; “Okullarda 3. cinsel kimlik olarak transseksüellik resmen öğretiliyor, teşvik ediliyor. Bunun bilimsel bir tabanı yok. Tamamen bu politik bir konu, daha doğrusu ideolojik bir konudur. Şu anda ABD’de ciddi bir cinsel kimlik ideolojisi var. Erkek kadına karşı heterofobik cinsel kimlik ideolojisi var. Homofobik biliyorsunuz eş cinsel korkusu demektir. Heterofobik ise evlilik karşıtlığı demektir. ABD’de evlilik karşıtlığı ideoloji haline gelmiş. Bu ideolojinin şu anda ciddi bir siyasi gücü var. Lobi faaliyetleri yapıyor, siyasi gücü var. Evliliğe ne gerek var diyen bir yaklaşım. Açık iletişimde bunu savunuyor. Hollanda’da pedofili partisi kurmak istemişler orası kabul ettirmemiş. Pedofili çocuğa cinsel sevgi demektir. Çocuğa cinsel sevgiyi özgürlük görüyor. Hayvanlara cinsel sevgiyi özgürlük görüyor. Bunu yapan STK’lar sadece transları değil benzerlerini de dahil etmekle ilgili şu anda bütün dünya ideolojik bir propaganda içerisindedir. Onun için müfredata ders olarak konulmasına ebeveynlerin hayır deme hakkı var. 18 yaşına kadar çocuğun doğal vasisi anne babadır. Çocuğun medeni hukukundan imza yetkisinden ondan sorumludur. Mesela miras vs. okula kaydından birçok şeyden anne baba sorumluysa buradan da çocuğun cinsel kimliğiyle ilgili son kararı anne babanın onayı olmadan öğretmen veremez. Etik değil ve hiçbir dayanağı da yok. Anne baba itiraz ederse çocuğu o dersten o okuldan alır. Anne babaların burada muhakkak bilinçli olması gereklidir.” ifadelerini kullandı.

“Dünyadaki paranın %95’i %5’inin elinde”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, küresel sermayenin dünyada şu anda evlilik karşıtlığını desteklediği konusuna değindi. Tarhan; “5-8 yaş arasındaki çocuk cinsellikle ilgili hormonel, biyolojik, zihinsel olarak gelişmiş değildir. Onu algılayamaz. Onunla ilgili talimat vermek varsa öyle bir şey çocuğun sosyal rolünü kim belirliyorsa onun hakkıdır. O da anne babadır. Anne babadan izinsiz cinsel içerikli talimat vermemesi lazım. Disney ciddi şekilde küresel sermayenin bir uzantısıdır. Küresel sermaye de dünyada şu anda evlilik karşıtlığını destekliyor çünkü dünya nüfusu çok artıyor. Dünya nüfusu artarsa küresel kıtlık oluşacak diye. Dünyadaki sermayenin %5’i dünyanın %95’inden yüksektir. Dünyadaki bütün paranın %95’i %5’inin elinde. Dünyadaki bütün kapital sistem böyle yaptı. Dünyayı kapital sistem böyle yönettiği için onlar dünyaya hâkim olma duygularıyla hareket ediyorlar. ‘Dünyanın patronu biziz, biz hükmederiz, dünyada nüfus artmaması lazım’ diyerek bunu görev edindiler. Buna filantropik faaliyet diyorlar. Hayırsever faaliyet demektir. Küresel sermaye hayırsever bağışlar yapıyor vakıflara, o vakıflar bu gibi programları destekliyor. Ben hiç unutmam bize bir hocamızdan proje geldi. Cinsel kimlikle ilgili milyon Euroluk bir destek. Ben; ‘Projenin fonunu öğrenir misin?’ dedim öğrendi. Fonu, Birleşmiş milletler nüfus planlamış. Birleşmiş Milletler nüfus planlama fonu bu tarz faaliyetleri destekliyor. ‘Nüfus planlamayla cinsel kimliğin ne alakası var?’ diyeceksiniz. Çünkü küresel sermaye oraya bağış yapıyor oradan da bu fonlanıyor.” şeklinde konuştu.

“Gerçek aşk bekler mi?”

Dış etkilerin hormonları değiştirdiğinden ve erken ergenliğin başlamasına sebep olduğundan bahseden Tarhan; “Çocuklar özellikle internet, sosyal medya nedeniyle cinsellikle erken tanışmaya başladılar. Buna, Prekoks ergenlik, Prekoks Adölesan diyoruz. 9-10 yaşında ergenlik başlamaya başladı. Bu çocuklarda hormonel canlanmayı da tetikliyor. Zihinsel uyarı oluyor, zihinsel uyarı olunca çocuklar cinsel konulara merak duyuyor ve merak duyunca da hormonlar erkenden tetikleniyor. Çünkü dış etki hormonları değiştiriyor ve erken ergenlik başlıyor. Endokrin uzmanları bunu iyi biliyor. Erkenden başladığı zaman hemen baskılayan hormonlar veriyorlar, vermezlerde çocuğun boyu kısa kalıyor. Erken ergenliğe giriyor, erken ergenlik bitiyor vücutta ki kemik yaşından paralel olmuyor. Öyle olunca da çocuğun boyu kısa kalıyor ama erkenden de büyümüş, ergenleşmiş oluyorlar, hormon tedavisi yapılıyor. Onun için bu da aslında cinsiyet kavramıyla erken tanışmasıyla ilgilidir. Her yaşın bir olgunluğu var o yaşın olgunluğuna gelmeden tanışmaması gerekiyor. Eğer tanışıyorsa da çocuk bu gibi duyguları bekler. Hatta ABD’de de şu anda erken gebeliğe karşı kampanya başlatıldı. 18 yaşından önceki gebeliklere karşı başlatıldı. Kampanyanın adı da ‘gerçek aşk bekler’. 18 yaşına kadar gerçek kişiyi bekleyin. Herkesle cinsellik yaşamak zorunda değilsiniz. Çünkü lisede nüfusta kızların 3’te 1’i gebe, ergen gebe. Ondan sonra bundan rahatsız oluyorlar. Rahatsız olan halk, öyle bir projeler başlatıyor bu devletin projesi değil.” dedi.

“Erkek beyni erotik, kadın beyni romantik odaklıdır”

Çocukların cinsel kimliğinin gelişiminde birinci sorumluluğun anne babada olduğunu söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, evde anne babanın rolü iyiyse çocukta da kolay kolay cinsel kimlik bozukluğu olmadığından bahsetti. Tarhan; “Rastgele cinsellik demek hastalık, kötüye kullanım demektir. Onun için böyle durumlarda hayır deme becerisi çalışıyoruz. Özellikle erkek çocuklar daha agresif ve cinsel talepkâr oluyorlar. Kız çocukları ile bu konuda hayır deme becerisi çalışılıyor. 18 yaşına kadar kız çocuklarına biz; ‘Erkek arkadaşın varsa, o sana aşıksa beklesin. Gerçek aşk bekler.’ Erkek hemen cinsellik olsun istiyor. 1-2 sene sonra liseli aşıklar; ‘Ben başkasını seviyorum.’ deyip bırakıveriyor. Böyle durumda kadın kötüye kullanılmış oluyor. Yani romantizmi kötüye kullanılmış oluyor. Erkek beyni erotik odaklıdır, kadın beyni romantik odaklıdır. Onun için burada kurbanlar daha çok kızlar oluyor. O da biyolojik yapıyla ilgilidir. Hatta ABD’de yapılmış bir çalışma var, psikoloji erkek ve kız öğrencileriyle akıl ve cinsellik deyince düğmeye basın deniyor. Erkek öğrenciler, kız öğrencilerden 5 misli daha fazla basmışlar. Erkek öğrencilerin beyni, cinsellik odaklı çalışıyor. Onun için, kız arkadaşlarının olduğu yerde ders odaklı olmakta zorlanıyorlar. Cinsel eğitimi muhakkak verilmeli, faydalı ama ev ödevi verilmemelidir. Hocalar cinsellikle ilgili bunu deneyebilirsiniz tarzında ödev veriyor. Bunu verdiği an rastgele cinselliği teşvik ediyorsunuz ki bu çocukların belli kısmı kız çocukları özellikle kendilerini itilmiş, kakılmış gibi hissediyorlar. Çocukluk çağı travmaları oluyor, psikiyatristlerin işi artıyor. Bununla ilgili hiçbir denetleme yok. Eğitim fakülteleri bile bunu dikkate almıyorlar. Okuldaki bu konuda tamamen orada rehber öğretmeni psikolojik danışmanı kendi yaşam felsefesine göre ve yaşam felsefesine göre şekilleniyor. Burada çocukların cinsel kimliğinin gelişiminde birinci sorumluluk anne babadadır. Zaten evde anne baba rolü iyiyse çocukta kolay kolay cinsel kimlik bozukluğu olmuyor.” ifadelerini kullandı.

“Çocuk 3 kavramla büyütülmüş: Ayıp, Yasak ve Günah”

Çocukların yasak, ayıp ve günah kavramlarıyla eğitilemeyeceğinden bahseden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çocuklara olayları gerekçeleriyle beraber anlatmamız gerektiği konusunda değerlendirmelerde bulundu. Tarhan; “Çocuk anne babaya zorbalık yapıyorsa orada o çocuğun eğitiminde geleneksel tutum var demektir. Ataerkil kültürlerde bu çok oluyor. Çocuk zorbalık yapıyor, anne babaya itiraz ediyor. ‘Bana karşı çıkıyor.’ diye getiriyorlar. Ben mesela isim vermeden bir örnek anlatayım. Cinselliğin de içinde olan annenin babanın öğrettiği sosyal rolü reddediyor çocuk. Yani cinsel kimliği reddediyor, dini kimliği reddediyor, kültürel kimliği reddediyor. ‘Ben bireyim, ben özgür olacağım.’ diyor. Bu çocuk 14-15 yaşlarında. Getirdiler, bu çocukta nasıl büyütülmüş diye baktık. Çocuk 3 kavramla büyütülmüş: Ayıp, Yasak ve Günah. Şimdi bu eski geleneksel asırlardır bu yöntem işe yaramış. Bu çocuk küçük yaşta anne babaya bağımlı ve bu kadar özgürlük yok. Çocuk ayıp denilince ayıbını topluma göre, yasağı anne babaya göre ayarlama, günah dine göre ayarlama yapıyor. Şimdi ayıp dediği zaman kişi komşu ayıplar, akrabalar ayıplar. ‘Bana ne başkasından, ben kendim olmak istiyorum.’ diyor. Ayıbı bir anda sildi attı. İki, yasak diyor. ‘Kimin yasağı bu? Sizin yasağınız.’ diyor anne babaya. ‘Ben bu yasağa uymak zorunda değilim.’ diyor. Ondan sonra üçüncü şey geliyor, asırlardır bize yöneltilmiş sorumluluk duygusu günahtır. Günah denilince de gitmiş mesela o çocuk bir anne baba demiş ki; “Çocukla beraber bir çocuğa zorla dini öğretebilir miyiz, ibadet ettirebilir miyiz?’ diye sormuşlar. Hoca da geleneksel hoca demiş ki; ‘Müslüman olmayanı zorlayamazsın. Dinde zorlama yok ama Müslüman olanı zorlayabilirsin.’ Onun üzerine çocuk da demiş ki; ‘O zaman ben de ateist olacağım.’ Bu çocuğa ne oldu diye getirdiler. Demek ki bu çağda genel çocuklarda bu artık yaygınlaştı. Yani yasak, ayıp, günah kavramlarıyla çocukları eğitemeyiz. Çocukları ikna etmemiz lazım, ona gerekçeleriyle anlatacağız. Neden böyle yapmaman lazım, neden bu ayıp, neden bu yasak. Senin iyiliğin için, senin geleceğin için vs. anlatacağız. Üçüncü neden ise dini gerekçelerle. Gerekçelerle anlatmamız lazım. Bunu anlatamadığı zaman çocuk itiraz ediyor. İtiraz edince bu çocuk kaydı gitti elimizden diyorlar. Dövüyorlar, şiddet uyguluyorlar.” şeklinde konuştu.

“Anne eğitmen, okul öğretmendir”

Öğretmenlerin çocuğun cinsel kimlik karmaşası olduğunu düşündükleri zaman bunu çocukla değil, anne babayla ilerlemesi gerektiğinden bahseden Tarhan; “Okullar şu anda Milli Eğitim’in verdiği müfredattan çıkamazlar. Yani burada azınlık okullar da dahil kolejler de dahil müfredatın dışına çıkamazlar. Asıl müfredattan daha önemlisi hocalardır, öğretmenlerdir, eğitimcilerdir. Eğitimcilerin yorumlarıyla oluşuyor. Onun için bu konuda da muhakkak eğitici eğitim gerekiyor. Eğitici eğitim ile bu konudaki sosyal politikalarımızın doğru şekilde anlatılması, yansıtılması gerekiyor. Anne eğitmen, okul öğretmendir. Eğitmen çocuğun her davranışından sorumludur ama öğretmenliğin bir eğitmen kısmı da vardır. Eğitim kısmı. Onun için öğretmen kelimesi eğitim kelimesini kapsamayarak kavram içeriği değişmiş oluyor. Sadece bilgiyi öğreten kimse için. Aynı zamanda örnek olan kişidir öğretmen. Öğretmenlere bu konu intikal ederse anne babayla bunu halletmesi lazım öğretmenin. ‘Çocuğunuzda böyle şeyler var’ derse o zaman anne baba farkına varıyor ve uzman yardımı alınıyor. Öğretmen çocuğun cinsel kimlik karmaşası olduğunu hissettiği zaman çocukla değil anne babayla ilerlemesi lazım.” dedi. Yahut rehber öğretmen okul psikoloğu olarak konuyu ele almalıdır.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Hata yapmak gelişmenin parçasıdır”

$
0
0

“Başarı bir insanın hayatının sonunda belli olur”

Yoğun ilgi gören, Habip Erdem’in moderatörlüğünde gerçekleştirilen yayında değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Nevzat Tarhan çalışmanın kaderin kanadı olduğundan bahsetti. Tarhan; “Hiç kimse ben başarılıyım ya da başarısızım diyemez. Başarı bir insanın hayatının sonunda belli olur, bunun adı toplam başarıdır. Bu nedenle şu anda ben diyelim yaşıtlarıma, meslektaşlarıma göre farklı bir şeyler yapabildiysem bunun muhakkak çok sebepleri var ama buradaki en önemlisi, yeni deneyimlere açık olmaktır. Benim mesleğimin özellikle klinisyen olarak hastanın tedavisi için elimden gelenin azamisini yapmak ile ilgili dünyada yeni bir tedavi, yeni bir yöntem çıktıysa onları bilimsel standartlarda, etik standartta alıp kullanmaya özen gösteririm. Onun için birçok konuda ilki başarmış olduk. İkincisi burada çok çalışmaktır. Einstein’e; ‘Neye borçlusun?’ diye sormuşlar. ‘%5 zekâ %95 çalışmak’ demiş. Aynı şey burada geçerlidir. Çalışmadan böyle bir psikoloji yasası var. Hatta bunun Yunus’un sözü de olduğu söyleniyor. Çalışmak kaderin kanadıdır. Eğer çalışıyorsan ve birçok hedefin de doğruysa, kullandığın metot da doğruysa hedefine ulaşıyorsun.” şeklinde konuştu.

“Hata yapacağım diye korkan, hiçbir şey yapmaz”

Hiçbir şey yapmamanın da insana hata yaptırdığı konusunda değerlendirmelerde bulunan Tarhan; “Mükemmeliyetçi kişiler emin olma, onaylama ihtiyacı hissederler. Karaciğer nasıl safra üretiyorsa beynimizde düşünce üretiyor. Beyin burada karar veren bölgedir. Daha önce irade olarak bilinen şimdi sol düşünce IQ’su ortalama… Bu düşünceye sağ beyin duygu katıyor. Daha sonra karar veriyor. Beyinde bundan sorumlu network vardır. Bunu yaparken bu kişilerde beynin ön bölgesinde; ‘Tamam oldu, bitti.’ deyip kişi başka konuya geçemiyor. Bir müddet sonra halk arasında vesvese denilen o durum beyinde devamlı yapa yapa network beyinde otomatik hal alıyor. Beyin artık otomatik vermeye başlıyor. Beyinde daha önce patika gibi olan bu düşünceyle ilgili olan yollar otoban gibi oluyor. Devamlı kendiliğinden düşünceler gelmeye başlıyor. Böyle durumda da artık ilaç tedavisi isteyen boyuta gelmiş oluyor. Ama pasif durumdayken kişi böyle durumlarda bu mükemmeliyetçi kişiler 0 değil, diğer insanların 0’ü bu kişilerin %51’ine eşit. %51 grup ne derse onu yapacak. Diğer insanlar yüzde yüz, mükemmeliyetçi olsun sıfır hata olsun derken hiçbir şey yapmamak hatası da yaptırır insana. Hata yapacağım diye korkan hiçbir şey yapmaz. Bu daha büyük bir hatadır.” dedi.

“Zihinsel çile olmadan, zihinsel doğum olmuyor”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, insanın maddesel bir varlıktan çok, anlamsal bir varlık olduğu konusuna değindi. Tarhan; “İhtiyacımızı en çok ortaya çıkaran şey hayal kurmaktır. Bir insan amaca yönelik olumlu hayaller kuruyorsa, o hayaller onu o hedefe yönelik hayallerde zihinsel çağrışımlar olur, duygusal çağrışımlar olur. Bir şeyi yapamıyorum diye otururken bir bakarsın birdenbire ya Allah diyerek yerinizden kalkarsınız, hedefe doğru ilerlersiniz. Onun için bu konuya kafa yormak gerekiyor. Zihinsel çile olmadan, zihinsel itiraz olmadan, zihinsel doğum olmuyor. Fiziki doğuracaksan bir şeyi yapacaksan, önce zihnini zorlayacaksın, ondan sonra fikri kuluçkaya yatıracaksın, ondan sonra pat diye önüne çıkar ve bu şekilde ilerlersiniz. O nedenle bu konuda zihinsel gayret çok önemlidir. Kimse ümitsiz ve karamsar düşünmesin. Böyle konularda en büyük düşman, ümitsizlik ve karamsarlık oluyor. Hani gelecek kaygısı diyoruz ya gelecek aslında, canlılar içerisinde insandan başka hiçbir canlıda gelecek algısı yok. Mesela bir kedinin, bir köpeğin hayal dünyasını düşünün. Ne vardır? Et vardır, kemik vardır, yiyecek vardır. Ama bir insanın hayal dünyasını düşünün, her insanda farklıdır, her insanda değişiktir. Çünkü insan maddesel varlıktan çok, anlamsal bir varlıktır.” ifadelerini kullandı.

“Yeniliklerin öznesi değil nesnesi olabiliriz”

Yeteneklerimizi geliştirmemiz için düşünce anlayışımızı değiştirmemiz gerektiğinden bahseden Tarhan; “Konfor alanımızda olduğumuz sürece yetenekler gelişmez. Konfor alanımızın dışına çıkacağız. Konforlu kişiler bu nedenle gelecekten de korkarlar ve genelde bağımlı kişilerdir. Akıllarını başkalarına kiraya verirler. Onun için bireyselleşmek, özgür olmak istiyorsan hem ailene bağlı olacaksın hem de özerk olacaksın. Bu dengeyi sağlamak gerekiyor. Hem yaşadığın topluma bağlı olacaksın hem özgür olacaksın. Bu dengeyi sağlayabilen insan bu çağın insanı olabilir. Yoksa aklını bir lidere teslim edip o ne derse doğrudur diye düşünen bir anlayış sistemi tarihin çöp sepetine mahkûmdur. Bu çağda ancak kullanılan oluruz, yeniliklerin öznesi değil nesnesi olabiliriz. Bu nedenle yeteneklerimizi geliştirmemiz için bu düşünce anlayışımızı değiştirmemiz gerekiyor. ‘Özgüven nasıl kazanırım? Bir işe girdiğimde ne yapmalıyım, başaramam korkusu ile nasıl başa çıkarım? Bizim gençlerimiz bu konuda nasıl düşünmeli, ne yapmalı?’ Özgüvenimi arttırmak istiyorum, yapmak istiyorum demesi bir kere %50 başarıdır, gelişmedir ve yolun farkına varmaktır. Sosyal kaygı bizim toplumda fazladır. Kültür olarak da böyle girişken, atak kimseleri çok sevmiyoruz. Genellikle; ‘Söz büyüğün sus küçüğün, çocuğa çocuksun sus konuşma.’ denir. Hâlbuki asıl konuşması gereken onlar, soracaklar, öğrenecekler. Biz toplum olarak utangaç ve hanım hanımcık kimselere övgü ile yaklaştığımız için bir sosyal fobiyi, kaçıngan kişiliği kültür olarak besliyoruz” şeklinde konuştu.

“Küçük başarılara ihtiyaç var”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan,  küçük başarılar ile özgüvenin arttığı konusunda değerlendirmelerde bulundu. Tarhan; “Özgüveni düşük kişilere baktığımız zaman çok önemli iki korku çıkıyor. İlki hata yapma korkusudur. Bu korku ile o kişi bir işe başlarken hata yağacağım, mahcup olacağım korkusu ile hiç yapmamayı tercih ediyor. Aslında o kişi adım atmamakla hiç yapmama hatası yapıyor. O daha büyük bir hatadır. Bu kişiler ilk başta hedeflerini küçük tutarak, küçük hedefler belirleyecekler. Küçük başarılara ihtiyaç var. Küçük başarılar ile özgüven artar, bu şekilde ilerleyecekler. Hep negatif zihinsel geviş getirmeler var, negatif konuyu zihinsel geviş getirir gibi tekrar edip duruyor. O kişilere pozitif alternatifleri düşündürmeye çalışıyoruz. Bir olayla karşılaştığı zaman beyin ilk negatif algılar, hemen bu konuya birde pozitif yönden bakmak lazım. Bu kişilere pozitif anlam katma, pozitif yorumlama ve bu şekilde olumsuz düşünceden hemen sonra olumlu düşünme becerisini kazandırmaya çalışıyoruz. Bunu kazandığı zaman ve olumlu düşünmeye başladığı zaman zaten olaylar onu yönetmiyor, o olayları yönetmeye başlıyor. Bu durumda sosyal kaygısını da yenmiş oluyor.” dedi.

“Hayat bisiklet kullanmak gibidir”

Küçük başarıları hedefleyip, zaman zaman insanın kendini ödüllendirmesi gerektiğinden bahseden Tarhan; “Ölümden başka her şeyin tedavisi vardır. Çalış, ara, bul. Onun tedavisi için elimden gelen gayreti göstermek benim vazifem ama sonuç alırım, alamam onu bilemem. Gayret gösterip göstermemek benim kontrolümde, sonuç alıp almamak kontörlümde değil. Ben seni tedavi ederim diye iddialı konuşursan tökezleyebilirsin ama ben seni tedavi etmek için elimden gelen her şeyi yaparım dersen hem mahcup olmazsın hem de o çaban, gayretin daha samimi olduğun anlaşılır. Diğer türlü kontrol edemeyeceğin bir konuda söz vermiş olursun. Onun için insanın hayatta gücünün yettiği şey var, yetmediği şey var. Kontrol edebileceklerin var, edemeyeceklerin var ama bunun ayrımını yapabilmen içinde Allah hesabını vermiş, muhakeme vermiş. Muhakemesini kullanıp bunun dengesini yaparsa hiç hata olmaz. Hayat bisiklet kullanmak gibidir. Zaman zaman çok yavaşlarsan düşersin, çok hızlanırsan takla atabilirsin ama devamlı bir dinamizm gerekiyor. Onun için hiçbir şey yapmasın, sakın geçmişe bakmasın, ileriye baksın. Küçük başarıları hedeflesin. Zaman zaman kendini ödüllendirsin. ‘Ben bunu ne güzel yaptım, aferin bana.’ desin yaptığı zaman. Kendisine hep böyle cezalandırır gibi yaparsa insanda çünkü nefis var. Nefis her zaman ya boş ver ya hayatını yaşa, niye zahmet ediyorsun diyerek insanı raydan çıkarabilir.” ifadelerini kullandı.

“Gelecek kaygısını arttıran şey belirsizliktir”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sınav kaygısının da gelecek kaygısının bir türü olduğu konusunda değerlendirmelerde bulundu. Tarhan; “Gelecek kaygısı gayet insani bir kaygıdır ve insanlara özgü bir şeydir. Gençlerde; ‘Gelecekte iyi bir okula gireceğim mi, bu sınavı kazanacağım mı?’ diye bir kaygı vardır. Ama şu anda artık sonuç odaklı değil süreç odaklıdır. Sonuç odaklı kazanacağım mı, kazanmayacağım mı, başaracağım mı başaramayacağım mı diye düşünürse kaygı artar çünkü sonuç kontrol edemeyeceği bir şey olur. Gücünün yetmediği bir şeydir ama süreç kontrol edebileceği şeydir. Süreç nedir? Sınava zamanında gitmek, işte gece uykuyu rahat geçirmek, son 24 saat içeresinde buna odaklansın. Zaten mevcut olan bir geçmişte yaptığı testlerde kaç tane net yaptığı aşağı yukarı bellidir. Sınavda soğukkanlı olursa eski başarısını orda tekrarlar. Bu nedenle sınava böyle durumlarda sonuç odaklı beynini yorarsa kaygı, sınav kaygısı ortaya çıkıyor. Sınav kaygısı da gelecek kaygısının bir türüdür. Gelecek kaygısı sınav geçtikten sonra alacağı puana göre onun için gelecek planı yaparsa, gelecek kaygısını arttıran şey belirsizliktir. Eğer belirsizlik yok hedef belirlemiş, yol haritası çizmişse sınav, gelecek kaygısı olduğu zaman; ‘Ben bunu daha önce düşündüm, hedefimi belirledim, bunula ilgili yol haritamı çizdim o halde tekrar düşünmeye gerek yok.’ deyip hemen konuyu değiştirmeli. Bir de gelecek kaygısında ümit çok önemlidir.” dedi.

“Sınavı eğer ölüm kalım savaşı gibi görürlerse kaygı artıyor”

İyi niyet ve güzel gayret varsa hiç korkmamak gerektiğinden bahseden Tarhan; “Bu sınava yüklenen anlam çok önemlidir. Sınavı eğer ölüm kalım savaşı gibi görürlerse kaygı artıyor ama hayat yolunda ilerlerken başarı basamaklarından biri budur. Bu basamağı şu an geçerse mesulü yok, geçemezse bir daha geçer, bir daha geçer. ABD başkanlarından Abraham Lincoln 19’uncu adaylığında seçilmiş. 18 defa aday oluyor, 19’da seçiliyor. Hatta bununla ilgili İngiltere’de bir krallık örneği vardır. İngiltere’nin iç savaşları meşhurdur, Orta Çağ döneminde. O iç savaşlardan oradaki kral adaylarından birisinin ordusu darmadağın oluyor. Tek başına yanında bir yardımcıyla mağaraya sığınıyor. İntihar etmeyi düşünürken duvarda bir örümcek görüyor. Örümcek ağını yaparken, sadece bir kenarını yapmak için 7 defa atlamış. ‘Bir örümcek bir kenarının ağını yapmak için 7 defa atladıysa ben niye burada ümitsizliğe düşüyorum?’ diyor. Bütün iş burada iyi niyetle, bu hadisi kutsidir; ‘İyi niyetiniz ve güzel gayretiniz varsa tamamlayıcınız benim.’ diyor. Onun için iyi niyet ve güzel gayret varsa hiç korkmamak lazım. Ya Allah deyip yolumuza devam etmeliyiz, ilerlemeliyiz. Böyle durumlarda hiç olmazsa A planı, olmasa B planı, C planı vardır. Hatta bir gün böyle, manik bir hastaydı. ‘B planın var mı?’ dedim.’ Hocam Z planım bile var.’ dedi. O kadar olmasa bile birkaç planımız olmalıdır.” şeklinde konuştu.

Mezuniyet Projeleri Farkındalık Kazandırıyor…

$
0
0

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi son sınıf öğrencisi altı gencin Dr. Öğr. Üyesi Nejla Polat danışmanlığında “Yaşarken Farkına Var” adlı kampanyayı başlatarak, pandeminin hayatımıza getirdiği psikolojik ve sağlık sorunlarını ortadan kaldırmak için üniversite bünyesinde gerçekleştirdiği projelerle sayesinde öğrenciler farkındalık kazandı.

Dr. Öğretim Üyesi Nejla Polat’ın danışmanlığında, Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü 4.Sınıf öğrencileri Harun Güzey, M. Emin Özdemir, Ahmet Şahin, Fırat Yalçın, M. Fatih Kızıldağ, Burak Acun “Sağlıklı Yaşam İçin Soru İşareti Kalmasın” sloganıyla başlattığı kampanya ile; pandeminin hayatımıza getirdiği psikolojik ve sağlık alanındaki sorunlar konusunda bilgilendirmek, sağlıklı yaşam farkındalığı kazandırmak, monotonlaşan hayat düzeylerini iyileştirmek, spora teşvik etmek ve psikolojik motivasyon sağlamak üzerine yaptıkları etkinlikler ses getirdi.

Kampanya kapsamında, 1 Haziran’da Üsküdar Üniversitesi Güney Yerleşkede stant açan öğrenciler, kampanyalarının amacını, hedeflerini, sürecini ve sosyal medya hesaplarını etkileşim sağladığı öğrencilerle paylaştılar. Ayrıca “Dileklerini Gökyüzüne Çıkar” sloganıyla gerçekleştirilen Dilek Balon Etkinliği ile hem akademik hem de öğrencilerin yoğun katılımı sayesinde etkinliğin psikolojik motivasyon ayağı tamamlanmış oldu.

“Yaşarken Farkına Var” adlı kampanya ile 9 Haziran’da kampanyanın spora teşvik ayağı için yapılan “Raketler Hazır Sen Hazır Mısın” masa tenisi turnuvasına Üsküdar Üniversitesinin tüm fakültelerindeki öğrenciler yoğun ilgi gösterdi. Masa tenisi turnuvası sonrasında şampiyon olan öğrenci Mustafa Enes Aktaş, Dr. Öğretim Üyesi Nejla Polat tarafından ödülü takdim edildi.

Kampanyanın bilgilendirme aşamasında 11 Haziran tarihinde Zoom üzerinden gerçekleştirilen “Sen De Sağlığının Farkında Olmak İster Misin?” konferansına katılan; Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesinden Psikoloji bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Zeynep Gümüş Demir “Salgın Hastalıklarının Psikolojisi” ve Haydarpaşa Numune Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Asistanı Doktor Merve Kaplan “Bulaşıcı Hastalıkların Biyolojik Boyutu” sunumları ile pandeminin hayatımıza getirdiği biyolojik ve psikolojik sorunlar hakkında bilgilendirmeler yaptı.

Konferans, katılım sağlayan konuklar ve öğrencilerin soru-cevap bölümü ile son buldu.

Neurolink ve Yapay Zeka Konuşuldu

$
0
0

Katılımcıların çevrimiçi takip ettiği etkinlikte birçok ilginç ve güncel tartışmanın kapısı açıldı.

Son dönemde çok fazla bahsi geçen Neurolink projesinin yanısıra, öğrencilerin her birinin farklı yorum ve bakış açıları ile yapay zekanın pozitif ve negatif noktaları tartışıldı.

Transhumanism, Mars’ta yaşam, yapay zekanın savaşta kullanımı, özel hakların ihlali, robot beyni, takviyeli eğitim ve Elon Musk’un yakın gelecek öngörüleri gibi konularda söz sahibi olan konuşmacılar, gelecekte olabilecekler hakkında soru işaretlerini giderdi.

Panel sonunda moderatör Filiz Kar ve Ergin Kömürcü'ye Doç. Dr. Feride Zeynep Güder tarafından teşekkür belgesi takdim edildi.

 

Prof. Dr. Muharrem Kılıç: “İnsanlığın karnesinde kırıklar artıyor”

$
0
0

“Temel misyonlarımızdan biri insan haklarının gözetilmesidir”

Üsküdar Üniversitesi İnsan Hakları Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü, Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ebulfez Süleymanlı’nın moderatörlüğünde gerçekleştirilen programda Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) olarak misyonlarından bahseden Kılıç; “TİHEK olarak gözlem, anket gibi takip ettiğimiz bir konudur. Temel misyonlarımızdan biri insan haklarının gözetilmesidir. İnsan hakları hukuku taahhütlüyle birlikte uluslararası hakları ifade ediyor. Mülteci hakları bizim temel misyon alanlarımıza giriyor. Türkiye, insancıl politika ile tüm dünyaya örnek olmuştur. Sığınmacıların maruz kalabilecekleri insan hakları ihlallerini şiddetini ve istismarı önlemeye yönelik bir misyon taşıyoruz. Sığınmacı ve düzensiz göçmenlere aykırı ihlalleri konu edindik.” şeklinde konuştu.

“Bütün dünya uluslarının insan haklarını dikkate alması lazım”

İnsan haklarının önemine dikkat çeken Kılıç: “Kıyıda yüzmeye cesaret edemeyeceğiniz, lastik botlarla hangi cesaretle çıkıp yaşamınızı riske atarsınız. Çoluk çocuk demeden, engelli kadın demeden insanların çaresizlik içerisinde bu türden riskli alanlara kendilerini attıklarını görüyoruz. Bunun arka planının ele alınması gerekiyor. İçinde bulunduğumuz yüzyılda açlıktan ölen insanlara televizyon ekranlarında tanıklık ediyoruz. İnsanların vicdanlarını yaralayan, görmeye cesaret edemediğimiz, görmek istemediğimiz olaylarla karşı karşıyayız. Bütün dünya uluslarının insan haklarını dikkate alması lazım. Bunun vebalini tüm küresel kolektif vicdanın kendinde hissetmesi lazım.” dedi.

“Mülteciler, göçmenler kırılgan gruplardır”

Mülteci ve göçmelere yapılan ayrımcılıklara değinen Kılıç; “Özellikle pandemi döneminde ırk temelli etnik kökenli ayrımcılığın daha fazla ön plana çıktığını gördük. Dünyada hiçbir ulusun, milletin göçmenlik konusunda bağışıklığı söz konusu değildir. Böyle bir durumla hiç kimsenin karşı karşıya kalmayacağı kesin değildir. Toplumsal hareketlilik söz konusudur. Mülteciler, göçmenler kırılgan gruplardır. Ayrımcı muameleye maruz kaldıklarını görüyoruz. Kişinin cinsiyetinden, dilinden kaynaklanan ayrımcılıklara yol açıyor.” ifadelerini kullandı. 

“İnsanlığın karnesinde kırıklar artıyor”

İnsan haklarının yetersiz olduğuna dikkat çeken Kılıç; “İnsan haklarının ortaya koyduğu ölçeklerin yeterli olmadığını görüyoruz. İnsanlığın karnesinde kırıklar artıyor. Hak öznesi olunabilmesi için insan olarak doğmak yeterlidir. Temel problemin yoksunluk olduğunun düşünülmesi lazım. Bu hakikatin görülerek herkesin yurt tuttuğu yerin yaşanılabilir olması lazım. Bu politikanın bakış açısının ve perspektifin geliştirilmesi lazım.” şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Ebulfez Süleymanlı, "Türkiye hiçbir ayırım yapmadan 3,5  milyonu mülteciyi kabul etti"

Konferansın moderatörlüğünü yapan  Üsküdar Üniversitesi İnsan Hakları Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi  Müdürü ve Sosyoloji Bölüm Bakanı Prof. Dr. Ebulfez Süleymanlı Üsküdar Üniversitesinin mültecilerin sorunlarına ilişkin sürekli bilimsel konferansların düzenlediğini dile getirdi. Türkiye’nin giriş yapan hiçbir Suriyeli geri gönderilmemiş ve kendilerine “geçici koruma statüsü” verildiğini dile getiren Süleymanlı “Birçok Avrupa ülkesi mültecileri güvenliklerini tehlikeye düşüreceği kaygısıyla sınırlarını tel örgülerle kapatıp kabul etmediği dönemde Türkiye’nin “açık kapı” politikası çerçevesinde  hiçbir ayırım yapmadan 3,5  milyonu mülteciyi kabul ettiğini” söyledi. 

Genel olarak mültecilerle ilgili konuları siyaset üstü bir mesele olarak ele alınması evrensel insan haklarını temel alacak bir yaklaşımın benimsenmesi önem arz ettiğini dile getiren Prof. Dr. Süleymanlı,  “bu bağlamda  toplumda sivil bir anlayışın hakim olması gerekir” diye konuştu

Viewing all 782 articles
Browse latest View live